Sevgili günlük,

Bugün kapılarımı kilitledim bir kriz anında insanların nasıl acımasız olduklarını gördüğüm için. Tırnaklarımı kesmedim saldırdıkları anda yüreğime korumak için kendimi. Aynalarımı onlara çevirdim bende ki yansımalarını görüp kendilerini tanısınlar istedim. Bir filmin reklam arasında alelacele içilen tütünümün dumanını üfledim içiminden dışıma vuran ruh halim görünsün diye. Saçlarımı rüzgardan korudum kokusundan beni anımsamasınlar istedim. Adreslerimi, numaralarımı, doğum tarihimi, en sevdiğim yemeği, vazgeçemediğim eşyalarımı, hayranlık duyduklarımı, aşkla bağlandığım müzikleri, Nazım 'ı, Oğuz'u, Birhan ve Nilgün'ün en sevdiğim dizelerini Ahmet Arif'e emanet ettim, İlhan İrem eşliğinde sonsuz diyarlarda çalıp okusunlar diye. Mavim, kedimin boynunu mor bir boncukla süsledim bugün enerjisini hücrelerime hipotek etsin diye. Tam dört tane kolye taktım renk renk, ahenkle bakmamı sağlasın beni mutlu etsin diye.

Bolca karbonhidrat aldım kuralları çiğnercesine. Kuru fasulye pilavımı kızımla sohbet ederek bitirdim, yaşamdan tat alma çabasını görmek istercesine.

Tüm perdeleri kapatıp izole bir hayat yaşama isteğinde karanlıklara hayran bir şekilde üstüme bir örtü örtüp, kalan hayatımda çokça kaçmak istediğim (Koşarak kaçmak istediğim burası önemli çünkü.) bir saatin dilimindeydim

Ki...

Kalktım bir çay demleyip zam üstüne zam alan kendi varoluşunu duygusal boşluklara, keyfe, acılara, hayallere, deniz kıyısına, kayıplara, belki beklenene, hiç gelmeyecek olana, hasrete, belki de bir fincan kahvenin yoldaşlığına adanarak sarılmış intizamlı sigaramı yaktım. Düşüncelerimin el feneri renginde. Şimdi gün bitti. Sahi bitti mi?

Şerefine salı.

Gelsin mi yarına kalanlar yeni bir günün ışığında? Belki de rüyalarda...


20 Haziran.