Akşamüstüydü uyandığımda. Ağzımda bok gibi bir tat vardı fakat o kadar da önemli değildi. Çünkü başım çatlıyordu. Zor doğruldum yatakta. Sigaraya uzandım. Yaktım ve tekrar yattım. Sigara bitti. Kahvaltı hazırlamaya başladım. Yumurta kırdım. Yeterliydi kahvaltım için. Doymuştum. Dişlerimi fırçaladım. Elimi yüzümü yıkadım. Çantamı hazırlayıp günlük rutinime başlamak için dışarı çıktım. Gün bitmişti resmen. Gece olmuştu, bu iyiydi fakat yine de kalabalıktı sahil. Kafeler kalabalıktı. Oturaklar kalabalıktı. Kalabalıktı işte. Yürüdüm uzun bir süre. Sonra kayalık bir yer bulup oturdum. Kırk sayfaya yakın okudum kitabı orada. İyiydi orası. Deniz hemen ayaklarımın altındaydı ve dalgalar bazen kayaya çarpınca su sıçratıyordu üzerime. Faulkner açtım. Güneş batıyordu. Kalkıp kumsalda aydınlık bir köşe aramaya başladım. İmkansız gibi geldi fakat sonunda güzel bir köşe buldum. Çok kalabalık değildi. Benimle birlikte dört kişi oturuyordu orada. Kuma çöküp termosumu çıkardım. Kola vardı içinde. Fakat gazı kaçmıştı. Araladım kitabı. Güzel ilerliyordu kitap. Gülüyordum sık sık. Bir dayı geldi yanıma. Beş adım sağıma oturdu. Saçları bembeyazdı. Kafasının ortası kel. Ve sokak lambası yansıyordu kelinde. Göz göze geldik. Gofret ve çekirdek vardı yanımda. Açıktı ağızları ikisinin de. Çekirdek ikram ettim ona. “Çok yağlı.” dedi. Güldüm. Çekirdekti sonuçta. Ne kadar yağlı olabilirdi ki. “Gofret ister misin, dayı?” diye sordum. Teşekkür etti. Nazikçe istemediğini belirtti. Şeker hastasıymış ayrıca kolesterolü de varmış. “Geçmiş olsun.” dedim. Devam ettim kitaba. İki sayfa okudum okumadım. “Mozart mı?” diye sordu. “Faulkner.” dedim. “Ha.” dedi. “Beethoven olan Faulkner mi?” “Hayır, hayır. Luke Faulkner.” dedim. Sonra tekrar “Haa.” dedi. Bekledi biraz. “Bir keresinde.” dedi. Bunu söylerken uzun uzun baktı sahile. Ben de kitabı kapadım. Anlamıştım. Geliyordu asker anıları diye geçirdim içimden. Seçilmiş kurbandım. O kadar dinlemiştim ki asker anısı bıkmıştım neredeyse. Rüyamda askere falan gidiyordum. Neyse. Dayı yarım saat konuştu durdu. Sonra siyasete girdi. İyi siyaset yapıyordu. Modern kültürden bahsettik. Nefret ediyordu telefonlardan. Haklıydı aslında. Kapitalizmi anlattı. Yaşlı olmasına rağmen oldukça bilgiliydi. Bunak değil. Şahin gibi etrafına baktı ve genç nesilleri eleştirdi. Kendi dönemiyle bu dönemi kıyasladı. İyi kıyaslıyordu. Yarım saat içinde ikimizde filozof kesildik. Belki dünyayı kurtarabilirdik. Fakat dayı kalktı. “Geç oluyor.” dedi. “İyi akşamlar.” dedim. Gülümsedi ve gitti. Yarım saat sonra bende kalktım. Dünyayı kurtaramadık. İyi geceler.