Ra, ışınlarının tek bir zerresini dahi esirgemeyecek şekilde parlıyordu bu sabah. Dora'da genel olarak hâkim olan puslu ve rüzgârlı hava düşünülecek olursa aksine bugün görülmeye değer bir hava vardı.
Pera ve Hera aheste aheste kahvaltı sofrasını kuruyorlardı. Anka ise mutfak tezgahında bıçaklarını biliyordu.
—Nasıl yani? Adam içeri girdi, Ulya'm çiçeğim sana aşığım benlen gel ne olursun dedi ve gitti öyle mi? Ulya gideliiiim.
—Mohini, lütfen senaryo yazmayı bırak. Adam Ulya'm çiçeğim falan demedi, söylediklerinin sadece "benlen gel" dediği kısım doğru onu da tam olarak o şekilde dile getirdiği söylenemez.
Ulya'nın cevabına karşılık Mohini'nin hayalleri yıkılmışa benziyordu. Ulya Mohini'nin surat ifadesine aldırmadan devam etti, bu sefer herkese bakıyordu "Ve onunla gitme kararını ise akşam yemekte tartışacağız bu yüzden en ufak hareketimde tüm işinizi bırakıp suratıma bakmayı kesin lütfen. Biraz düşünmeye ihtiyacım var, kahvaltıdan sonra Bulut ile tek başıma dolaşmak istiyorum.
Bulut, Ulya'nın gökyüzündeki bulutları andıran muhteşem, kar beyazı rengindeki atıydı.
Hera "tek başıma" kısmını duyunca huzursuzlandı.
Hızlıca, "Anka, etrafı kolaçan ettin mi? Garip bir şeyler var mı?” diye sordu. "Garip hiçbir işaret yok, çıkabilir." cevabı ise onu rahatlatmaya yetmedi çünkü Ayaz hakkında ne düşüneceğini bilmiyordu. Bu garipti çünkü genelde bilirdi, kim ak kim kara anlaması için bir kere göz göze gelmesi yeterdi. Bu yüzden huzursuzdu ve Ulya'nın yanlarından çok fazla uzaklaşmasını istemiyordu. Ama Ulya, sıkmaya gelmezdi. Hera: Eee, kızlar ne yapacaksınız bugün bakalım?
Anka: Ben avlanacağım. Yemeklik bir şeyimiz kalmadı.
Pera: Ambarda bir orduya yetecek kadar et var Anka, canım bir şeyler öldürmek istiyor desen daha dürüstçe olmaz mı?
Anka: Olur tabii ama öyle söyleyince Mohini ağlıyor.
Mohini: Ağlamıyorum!
Mohini'nin yüzünde birazdan ağlayacakmış gibi kırgın ve kızgın bir ifade dolaşıyordu. Ses tonunu toparlamaya çalışıp devam etti, "Ben de yeni bir ilaç üzerinde çalışacağım, birilerinin tersine canım bir şeyler yaşatmak istiyor!"
Pera: Ben de Mavi Kent'e ineyim diyorum, hem kitap alırım hem de biraz havayı koklarım. Dünkü ziyaretin yankıları dolanıyordur belki.
Sen ne yapacaksın Hera?
Hera: Harika! Herkes kendini oyalayacak bir şeyler bulmuşa benziyor. Ben de diyordum ki bu kızlar her gün yemek, bulaşık,
temizlik derken canları çıkıyor, kendilerine vakit ayıramıyorlar bari bugün kendileri için bir şeyler yapsalar. Çok sevindim yani her gün aşırı yardımcı oluyorsunuz ya zaten!
Lütfen bugün kendinize vakit ayırın, siz şimdi hatta…
Herkes bir anda lalolelalolö tarzında garip ve anlamsız sesler çıkarıp Hera'nın sesini bastırarak kahvaltıya oturmuştu bile.
Hera, bugün kimsenin kendisine bulaşmayacağından adı gibi emindi artık. Bu kızları boğa ile güreştirebilir, yangının ortasına atlamalarını isteyebilirdiniz ama asla ev işi yaptıramazdınız. Bu demek oluyordu ki bugün Ulya'yı rahatça takip edebilecekti.
~
Rüzgâr saçlarını sırtına doğru döverken Ulya, atını rüzgârdan bir adım önde sürerek ilerliyordu. O kadar hızlıydı ki yanından geçtiği ağaçlar onun savurduğu rüzgarla ileri doğru eğiliyor, uzaktan bakan birine Ulya'yı selamlıyorlarmışçasına bir görüntü oluşturuyorlardı. Gittikçe daha da hızlanıyor, adeta görünmez bir varlıktan kaçıyordu. "Ne kadar hızlı gidersem kendi aklımdan kaçabilirim?" sorusunun yanıtını arıyordu.
Hız onu rahatlatan tek aktiviteydi. Bazen doğru düşünebilmek, bazense düşüncelerinden kaçabilmek için sürerdi atını.
Ancak bugün, kaçmanın bir anlamı olmayacağının farkındaydı. Bu yüzden kaçmaya çalıştığı düşüncelerinin hızla aklına dolmasına izin verdi.
Bir erkeğin bir kadını sevmesi nasıl bir şey bilmiyordu ne böyle bir şey yaşamış ne de bununla ilgili hikayeler okumuştu. Bu sebeple Anka ve Mohini'nin inandığı gibi, Ayaz'ın ondan hoşlandığı için mi onu yanında istediğini bilmiyor, hissedemiyordu. Ama ömrünün sonuna kadar bu kayalıklarda kızları da bu hayata mahkûm ederek yaşayamayacağını da biliyordu. Her geçen saniye hayatlarını onlardan çalıyormuş gibi hissetmekten çok bunalmıştı. Bağ, ancak Ulya ölünce ya da bağlanan kişinin yerine başka biri Ulya'ya bağlanınca bozulacaktı, kana kan yani. Başka biri ise kendine nasıl bağlanır bilmiyordu çünkü bu bağı da kendisi yapmamıştı. Yine de Ayaz'la giderlerse, kızların kendi hayatlarına dönebilecek olma ihtimalleri şu an ki durumdan daha yüksekti. Bunu kızlara bu şekilde anlatamazdı tabii, konuşurken "birlikte" diye bahsetmeliydi. Bağ konusunu ne zaman açsa Hera dışında tüm kızlar çıldırırdı. "Lanet boktan bir büyü için yanında değiliz" diye parlardı hemen Anka ve "Biz bir aileyiz" derdi Mohini tebessümle ve eklerdi Pera, "Hala masallara mı inanıyorsun yoksa Ulya? Herkesin kendi aklı var. En azından benimkinin yerinde olduğundan emin olabilirsin değil mi? Yanındayız." Ve konu hep hızlıca kapatılırdı. Ama bilirsiniz, Küre'de sihir denen şey gerçekti ve o sihir bozulduğunda neler olabileceğini merak ediyordu Ulya.
~
Hera onu takip edebilecek kadar hızlı değildi ama neyse ki Dora'nın her taşını, deliğini, hangi sapağın nereye çıkacağını ezbere biliyordu. Kırmızı taraf hariç.
—Lanet olsun! Nereye gidiyor bu kız? Yeşil'i bitirmek üzere, neredeyse Kırmızı tarafa geçecek.
Dora, Derin'i çevreleyen geniş bir çember gibiydi ve her kent Dora'nın bitiminde sıralanmıştı. Sarı, Mavi ve Yeşil Kent'in sınırlarında istedikleri gibi dolaşırlardı ama Kırmızı yasaktı. Onları yetiştiren hoca, böyle tembihlemişti yıllar önce kızları Dora'ya bırakırken. "Ölmek ya da daha beterini yaşamak istemiyorsanız Kırmızı Kent'ten uzak durun." demişti.
Hoca, kızları yetiştiren adamdı, Ulya 12 yaşına geldiğinde eğitimlerinin bittiğini söylemiş, onları Dora'da yalnız başlarına kaderlerine terk etmişti.
Arada kızları ziyarete gelirdi, onun dışında nerede yaşadığını, ne iş yaptığını bilmiyorlardı, tek bildikleri söylediği sözlerin kesinlikle dinlenmesi gerektiğiydi. Bunu birçok acı tecrübe ile öğrenmişlerdi.
~
"Hem şu içimde ne olduğunu çözemediğim karanlık hissi…" diye düşünüyordu Ulya, adam onu fark ettiğinde "Ondan bir an önce kurtulmalıyım. Sebebini ya da çözümünü Dora'da bulamayacağım açık, buradan gitmeliyiz."
Yavaşlamıştı çünkü artık kararını vermişti, kafasını kaldırıp etrafa göz attığında görüntünün tanıdık gelmediğini fark etti. Kırmızı tarafa geçmiş olduğunu anlamasıyla, karşısındaki adamı fark etmesi aynı anda oldu. Kayalıkların arasında, patikadan uzakta bir adam duruyordu. Ayırt etmesi çok zordu, saklanmıyordu ama sanki bilerek etrafı ile kamufle olmuş gibiydi. Ulya daha onu fark etmeden, onun Ulya'yı görmüş olduğu belliydi. Adam dikkatlice kızı inceliyordu. "Hay lanet! Saçlarım" diye düşündü Ulya. Bu çok nadir olurdu ama yabancıların arasına karışacakları zaman, özellikle kentlerden birine ineceği zaman Ulya'nın saçlarını ve kaşlarını Mohini'nin kömürle hazırladığı bir karışımla siyaha boyarlardı. Çünkü beyaz saç, ten ve göz rengi, Beyaz Yarım Küre'de pek karşılaşılacak türden bir insan görüntüsü değildi. Tabii Beyaz Kurucu ailesinin amcaoğlu değilseniz.
Bu bilgiden yoksun kişiler genelde Ulya'nın doğal halini görünce onu şeytani bir varlık sanıp kaçarlardı, bilenler ise tam tersi kovalardı, öldürmek için.
Ulya ile adamın gözleri birbirine kenetlenmiş, Ulya belki kaçar diye düşünürken, adam ona doğru ilerlemeye başladı. Adam sanki
ürkek bir ceylan ile karşı karşıyaymış da onu kaçırmaktan korkuyormuş gibi, temkinli yaklaşıyor fakat gittikçe hızlanıyordu.
Ulya belindeki bıçağa dokundu, etrafı hızlıca kolaçan etti, eğer adam yalnızsa kısa sürede işini bitirip buradan ayrılabilirdi.
Yine de dikkatli olmalıydı, Hoca'nın Kırmızı taraf için söylediği sözler aklındaydı.
Adam gittikçe hızlandı ve aralarında yaklaşık 5-6 m mesafe kaldığında, bir anda durdu. Ulya hamle yapmak için iyice yaklaşmasını bekliyordu, düşmanını tanımadan harekete geçmezdi. Tanımasının ise tek olanağı yakınlıktı. Adamı hissediyordu, güçlüydü, cesareti daha önce kimsede hissetmediği türdendi, çevik oluşu yürüyüşünden belliydi. Ayrıca başka şeyler de vardı, adam onu incelerken o da adamı süzdü, çokta iri olmayan kaslı bir gövdeye sahipti, yüz hatları düzgündü. 30-40 yaşlarındaydı ya da belki daha genç, ama bir şeylerin onu hızlı yaşlandırdığı kesindi.
Tecrübe kokusu alıyordu Ulya, eskimiş bir koku. Saniyeler geçerken adam ileri doğru ufak bir hamle yaptı ve sağ omzuna anında bir ok yedi. Öyle ki suratı hiçbir şey olmamışçasına hala az öncesi gibi ifadesizdi. İkinci adımını attığında bedenine iki ok daha saplandı. Mimiklerinde hala bir değişim olmasa da bu sefer başını kaldırıp okların nereden geldiğini anlamaya çalışırcasına gözlerini kısarak ileriye doğru baktı.
"Hera" diye geçirdi içinden Ulya bir saniyeliğine gözlerini kapatarak. Ortalık karışmadan buradan uzaklaşmalıydı. Hızlıca atını döndürüp, geldiği yöne doğru rüzgâr gibi sürmeye başladı.
Arkasına baktığında, adam bıraktığı yerde, hareketsizce, kanlar içinde Ulya'nın gidişini izliyordu. Gülüyor muydu o?
~
Bars: Ava gidiyorum demiştin, seni avlamışlar be abicim bu ne hal?
Feda: Kırmızı sana çok yakışmış ama açmış seni abi, niye sinirli sinirli bakıyorsun şimdi bana anlamadım?
Agah: Kasım! Müsait mi? Bir şey söylemem lazım, konu acil.
Kasım: Müsait de sana ne oldu böyle? İyi misin?
...
Agah, bedeninde üç okla yaklaşık 2 saattir at sürüyordu. Bu sebeple "biraz" bitkindi. Vereceği haber önemli olduğu için doğruca yanlarına gelmişti. Öne doğru yaklaştı.
—Kız burada, Dora'da. Bunca zaman boşuna Derin'de aramışız.
—Emin misin?
—Hiç olmadığım kadar.
~
—Sana kaç kere söyleyeceğim Ulya! At sürerken kendini kaybediyorsun! Karşılaştığın kişi Dora'daki herhangi bir kovulmuş değildi biliyorsun, ya peşimize düşerlerse? Yemeğinle oynama Mohini!
Mohini sıkıntılı bir şekilde çatalını bıraktı, huzursuzluğu sevmezdi.
Pera: Ne adamı? Siz neredeydiniz bugün?
Anka: Kim bizim peşimize düşebilir ki? Sakin ol Hera.
Hera: Kırmızılar seni çok bilmiş! Her şeyi hafife alıyorsunuz anlamıyorsunuz, bilmediğiniz çok şey var!
Pera: Kırmızı olduğunu nereden anladınız? Biz Anka dışında daha önce hiç Kırmızı görmedik ki.
Hera: Kırmızı kıyısındaydık. Adama saniyeler içerisinde üç ok attım, hepsini de acıdan kıvranacağı yerlere nişan aldım ve adam o kadar tepki vermedi ki, gözünü bile kırptığını sanmıyorum. Ayrıca Ulya'dan kaçmadı.
Anka: Kırmızıymış, aynı ben bu anlattığın şu an.
Pera gözlerini devirerek Anka'ya baktı.
Mohini: Peki ama yine de nasıl emin olabiliriz ki? Ayrıca Kırmızı'lar neden bizim peşimize düşsün? Şu beyaz saçlı kız çocuğu kehanetini çok salladıklarını düşünmüyorum Yani Küre yansa umurlarında değil, öyle değil mi? Onlar sadece kendilerini düşünen barbarlar.
Kızlar kendi içlerinde durum değerlendirmelerine başlamışlardı bile. Ulya gözlerini pencereden dışarıya doğru baktığı noktadan ayırdı ve kızlara döndü. Herkes sessizliğe büründü.
—Adam kırmızıydı, "Kırmızı savaşçı." Bileğinde şu kitapta geçen efsanevi kırmızı savaşçıların sembolünden vardı. Önemi yok. Yakında buradan gidiyoruz nasıl olsa.
—Nereye?
—Mavi Kent'e.