Bak boşuna çırpınıyorum. Kanatlarım da yok oysaki! Hayır, yorulan ayaklarım da değil. Çünkü ben kilometrelerce yol gidebilirim bir başıma. Başka türlü bir yorgunluk bu. Dur anlatmaya çalışayım, deneyelim. Düşün ki çok yoğun bir günün gecesindesin. Tüm gün koşuşturmuş, anahtarı çevirip eve girmişsin. Yatağına uzanmışsın, şu son aldığın kuş tüyünden yorganın üzerinde üstelik. Işıklar kapalı ve uyumak istiyorsun.


Saat 23.47. Uyumak istiyorsun ama için seninle konuşmaktan vazgeçmiyor. Gözlerin karanlıktan vazgeçip onu seçiyor. Bir gece filmi gibi, anlardan gösteri sunuyor sana göz kapakların. Her gözünü açıp kapattığında değişiyor olaylar ama o, hiç değişmiyor. Yaptığın hataların bedelini ödüyorsun belki de, kim bilir. Soramıyorsun ki neden diye? Neden sevemedin beni?

Çirkin miydim, geçimsiz, uyumsuz, sinirli? Hangisiydi bana yapışan; üstümden silemediğim, çıkaramadığım isim hangisiydi?


Her sevginin karşılığı olmayacağı gibi, her öfkenin de yönü aynı olmuyor. Ya da bunun gibi bir şeydi, önemi yok. Artık ne kolumun ne ellerimin ne çirkinliğimin hiçbir önemi yok. Seni saramayacaksam, sen güzel bulmayacaksan ne önemi var yüzümün. Tüm utancımla bir kez daha öpmek isterdim kokundan. Ardına bakmadan gidenlere özeniyorum en çok bu zamanlar. Hani öyle aniden; eşyasız, hesapsız kitapsız gidiyorlar.


“Yok kimsenin hiç kimsesi.” Ben şurada ineyim.