Çok öncelerde sanırdım ki insan büyük bir topluluğun uyumlu parçası. Tıpkı büyük resmi görmemizi sağlayan yapboz parçaları gibi. Kum saatindeki kumlar dökülmeye devam ettikçe anlamaya başladım o resmin ortasında her daim yalnız olduğumuzu. Hayatımız boyunca o resme yeni yeni renkler girip çıkıyor ve her birinde, her defasında tonlar yerinden oynuyor. Dalgalı denizlere köpükler ekliyor kimileri. Kimileri güneşi kimileri ayı…


Sevgili 18, hayatına kimleri soktuğuna dikkat et. Bir kaleyi almanın iki yolu vardır; ya dışarıdan yıkarsın duvarları ya da o kaleye girip bayrağı dikersin. Birincisi için, sıkı sıkı ör duvarlarını ki aldığı darbelerle yıkılmasın. İkincisi içinse tek yol kimseyi o kaleden içeri sokmamaktır.


Gelelim o büyük resme. Hayatın boyunca tek bir resme sahip olacağını sanıyorsan büyük yanılıyorsun. Her rengi yaşayacaksın hayatında. Bitmez dediğin renklerin tükenecek. Bazen elinde bir tek siyah kalacak. O zamanlarda her yeri siyaha boyayacaksın ki sonrasında yeni bir resme başlayabilesin. Karanlık günlerin olacak, pes ettiğin günlerin... Süründüğün, daha fazla mücadele etmek istemediğin, kendini bıraktığın... Ne yapacağını bilemeyeceksin. Kimse ışıklar kapalıyken önünü göremez zaten. Düşün ki bir odadasın ve hala her yeri görebiliyorken o karanlık günlerin geleceğini bilip kendini buna hazırlamalısın. Aydınlığa giden yol üzerine belli işaretler koymalısın ki ışıklar kapalıyken de varmak istediğin yere doğru yürümeye devam edebilesin.


Son 55 gün.

Etrafım çok karanlık. Elimde ucundan karaltı damlayan bir fırçayla duruyorum resmin tam ortasında. Bir bitişteyim, aynı zamanda başlangıçta. Şimdi istediğim resmi yapmak benim elimde. Ama önce her şeyi o fırçayla silmeliyim.