Ne kadar basitmiş değil mi Sadık abi? 

Soba dumanlarının sararttığı 

köhne binaların kuytusunda 

evveliyatsız ve edepsiz bir öpüş gibi, 

Göle salınan kağıttan gemiler gibi 

kolay vazgeçiyor insan insandan. 


Sonra Sadık abim,

Dağlar ardı oluveriyor üzerimizdeki kasvet. 

Dışarıda azgın bir sağanak tutturmuş, 

İri yarı bekçiler bir çingene çocuğunu kovalamakta. 


Sabah bülteninde kulağıma çalındı 

Bir baba işten eve dönmüş,

Bebesi yerde öylece kalmış, ölmüş. 

Sebebi siyanürmüş. 

Anadolu feryat figanmış şimdilerde. 

Büsbütün enkaza sürülüyormuş kadınlar, çocuklar...

Bir enkazın ortasından bu yankılar. 

Aralığın ortasından bağırıyorum size! 

Bu bağırış ki sevdasına mağlup, halkına mahçup, 

Çingene çocuklarına şekerler borçlu...


Ehemmiyetsiz şakaklarımız üzerinde 

Toroslarda hazin akşam üzerlerine çalan gözlerimizle

Sırtlıyoruz inancın heybesini.

Terli avcumuzla gözümüzü ovuştururken 

Demirden hallice bir maddeyi kesiyor gibi

Gıcırdıyor dişlerimiz.

İki adımda cüretkar oluyoruz

Henüz iki adımda saçılıyor heybedekiler.


Çenemiz dizimizle tam elli senelik ahbap,

Ayağımız elbet çıplak.

Kasımda bir kavak yaprağı gibi titrek bedenimiz. 


Tanıdık bir sesle son buluyor

tüm bu inanç fıkrası. 

Çabuk kanıyormuşum bu sevda yalanlarına,

pamuktan da daha akmış kalbim. 

Üstelik,

Üstelik tam elli senelik çektiği varmış

o gidenler hiç dönmemiş geri. 

Böyle diyor Sadık abim. 

Sadık abim yalan söylemez. 

70’lerin en fiyakalı eskicisi çünkü o.