Gözleri önüne akan bir beden.

Yürüyen bir cenaze adeta.

Bir insan kaç kere ölür ki şu hayatta ?

Kaç kere içine gömülür derisinden tabutuyla ?

Son vaaz dövülen dizlerin yankılanan sesi.

Omuzda taşınan, sonsuz ağırılığındaki bir cansız kaç yaşında ölür ? 

Sorarım sizlere.

Sonbaharın süzülen yaprakları toprağa, en güzel aylarında ölen sessiz.

Küsmüş müdür ki kendi ağacına, dalına.

Belki sadece kavuşmak içindir, onu büyütecek toprağına.


Zihnimde canlanan binbir kelimeden biri sadece.

"Acımak."

Acıdıkça kaşımaktır yarayı, kaşıdıkça kanatmak.

Sihirli bir kabus sanki bu yaşantı.

Öylece görüp geçirilen hatırlanmadan.

Gece vakti sadece sesi duyulan, kendini göstermeyen bir baykuş gibi, uzaktan.

Sızısı sonradan gelen, anılaştıkça acıtan.

Acıttıkça unutulmayan sessiz br ölüm, yavaş yavaş öldüren.


Ve öldürdükçe zincirleyen dibe, kendi acılarına gömülmüş, tabutu tırnak izleriyle dolu bir haykırış.

Uzun uzun bakışmak o izlerle, ne de zor olsa gerek, eski bir resmin öylece kaybolmak kırışıklığında.


Ve eklemek kırışıklığı yüzünün her bir gözeneğine.

İçli içli yaşamak onu ruhun söküp alınana dek.

Mezarına beraberinde götürmek,

Ne acı.


Ah,

Ne acı.