Gün ortasında oturmuş, sıcak ve bunaltıcı bir taleple beni dikizleyen senden uzak duruyorum. Sırtımı sana çevirdim ve beklemediğimden haberin yok. Sana göre arzuyla taş kesilmiştir bedenim, belki de saf bir kaygı hareketlerimi kısıtlıyor. Sokaktan şarkıcı Rıfık geçiyor. Tırnakların parkede hareketleniyor, Rıfık o kadar da yalnız olmadığını duysa ağlar. Gözlerimi duvardan çekmiyorum, senin karşındaki duvardan. 

Evin eski ve sıvasız duvarları pembeye boyanmış. Tırtıklar daha belirgin ve çirkin; iç karartan bir görüntü... Odada bir başınasın. Yalnızlıkla dönmekten kaçıyorsun. 


-Bana döner misin?

...


Peki ben geliyorum. 


-Duvar canımı acıtıyor. Terlemişsin, saçların alnına yapışmış.

...


-Birkaç güne gidiyorum, çantam hazır. Yastıkları ve çarşafımı burada bırakıyorum. Misafirin çok olacaktır ve biraz daha yaşamak istiyorum. 

...


-Söylemek istediğin bir şey kalmadı. İki gün işkence olacak.

Yarın uzatmadan çıkarım belki. 


Rıfık geçerken eşlik ettim, bildiğimiz bir şarkı. Her zamanki gibi detone oldu. Nakarattan çıkarken eli ayağına dolanıyor. Sözleri ağzından yuvarlanarak çıktı, bu sefer toplama zahmetine girmeyip motorunu gazladı. Hatırlarsan evimize çağırmıştık onu. İçki ısmarlamıştın. Özgüveni yükseldi ve teklemeden bülbül gibi öttü gece boyu. Bu beni sıkmıştı, erken yatağa girdim. Rüyamda Rıfıkla sevişiyorduk. Üstümdeydi ve hızla git gel yapıyordu. Yüzüstü uzanmış, kollarımı çenemin altına koymuştum, duvardaki tırtıkları izliyordum. Rıfık giderek hırslandı, tırnaklarını belime sokmuş, kalçamı baskılıyordu. Kanattığına emin olduğumda içimden çıktı. Sönen uzvu sikime çarptı. Üstüme yığılmıştı, bir şarkı mırıldanıyordu. Tuhaf ve ürkütücü bir ses, dünyaya nefretini kustu üstümde. İçeriden eşlik ediyordun, hasta bir bülbül konuşmaya çalışıyordu. Yorgundu ve acı içindeydi, inlemelerini işitiyorduk.

Uyandığımda Rıfık seni yolcu etmiş, bana kahvaltı hazırlamıştı. Haşlanmış iki yumurta ve bir kavanoz reçel vardı masada. Karşılıklı sandalyelere oturduk. Çaprazımda reçel bulaşmış bir çatal vardı ve yumurta kabukları. Pek hijyenik olmadığı konusunda söylendim. Kaşığımı kavanoza daldırmışken Rıfık'ın ağzındaki bakla çıktı. 

Artık gitmemi istiyormuşsunuz. O ve sen birbirinize yetiyormuş ve ben fazla gelmeye başlamışım. Evin masraflarını hatırı sayılır ölçüde arttırıyormuşum, her sabah saçlarımı fönlüyor, ışığı açık unutarak uyuyormuşum. Çok titizmişim, ütüsüz dışarı çıkmıyormuşum.

Dert değildi, kabul ettim. Rıfık sandalyesini iterek ayağa kalktı. Arkama geçip sırtımı sıvazladı. Onunla ilgilenmedim, biraz reçel yedim ve kalktım. Sen gelene kadar odandan çıkmadım. Duvara sırtımı verip canımı acıttım.

Zil çaldığında hava kararmak üzereydi. Rıfık koşarak kapıyı açtı, sıcak bir gülümsemeyle seni içeri aldı. Atkını asıp çizmelerini çıkarırken soğuk bir gün olduğundan söz ediyordun. Kar dinmemişti, çok üşümüştün. Ya duş alacak ya uyuyacaktın. Rıfık üzüldü, yemek hazırladığını söyledi. Affetmesini dileyerek odama geçtin. Kıyafetlerinden kurtuldun, oflayarak yatağıma devrildin. Birkaç dakika gözlerin kapalı kaldı, tavana dönüktün. Sonra başını benim olduğum tarafa çevirdin. Kırpıştırarak açıldı gözlerin, gürültülü bir esneme koyverdin. ''Çok uyudum mu?'' diye sordun endişeyle. Kolundaki saate baktın, üzüntüyle dudakların kıvrıldı. Yatakta doğrulup boş bakışlarla etrafını inceledin, saçların epey dağılmıştı. Odanın köşesine bıraktığım çantayı fark ettin. Duygulanmamıştım ama hıçkırarak ağlamaya başladım. Altımdaki çarşafı sıkıca kavramıştım. Hem çığlık atıyor hem de inliyor gibiydim. Kaburgaları kırılmış bir beygir, uçuruma sürüklüyordu kendini. Dikkatini hiç çekmedi, bir tekme atmaya halin yoktu. Seni anlıyordum ama gözyaşlarımı durduramıyordum. Rıfık gürültüyle yanımıza geldi. Mutfakta tencere düşürmüş, koridordaki terliğini tekmelemiş, kapıyı aceleyle açmıştı. Ağlamam şiddetlendi. Ne zaman gitmem gerektiğini sordum ancak anlaşılmadı. Tükürüklerimi etrafa saçtım ve burnum aktı. Yüzüstü kapanıp dişlerimi yastığa geçirdim. Aynı zamanda homurdanıyor, ağzıma ne gelirse söylüyordum. Yastık, yaşlarım ve tükürüklerimle yıkanmıştı. Ne zaman dindiğimi ayırt edemiyorum. Sen yataktan kalktıktan sonra mı, Rıfık pes edip mutfağa gittiğinde mi? Sahi önce hanginiz?

Senin yattığın kısma yuvarlanıp şiş gözlerimle tavana bakarken, yalnız bırakıldığımı biliyordum yalnızca. İçeriden gülmeye benzer sesler duyuyorum. Bu sevinç beni heyecanlandırıyor, yataktan kalkıp yanınıza geliyorum. 

Duvara dönmüşsün, pencereden dışarıyı izliyorsun. İkiniz de yerde bağdaş kurmuşsunuz. Altınızda çarşafım serili. Rıfık hemen yanında, kapıya dönük, geldiğimi görüyor. Bir elini kucağına bırakmış, ellerinin arasına. Diğeriyle bana gel işareti yapıyor. Koşmak istiyorum ama adım atamıyorum. Kafamı ayaklarıma çeviriyorum, hareketsizliğini neye yormam gerektiğini bilmiyorum. Korkuyla göz bebeklerim büyüyor, çaresizce Rıfık'a dönüyorum. 

''Bana yardım et.'' demek istiyorum ama sesim çıkmıyor. Ne kadar uğraşsam da, ağzımı açamıyorum. Her gevşetme çabam, dişlerimin daha fazla sıkılmasıyla sonuç veriyor. Canım acıyor, önce bağırmak sonra ağlamak istiyorum. Rıfık sakince izliyor beni. Hiçbir şeyin farkında değil, baktığı ben değil boşluk sanki. Taktiğimi değiştiriyorum, dişlerimi sıkmaya çalışıyorum bu sefer, açılacağını umuyorum. Dişlerimi sıkmak, dişlerimin daha fazla sıkılmasına neden oluyor. Çenem kilitleniyor acıdan, daha fazla baskı uygulayamayacağımı fark ettiğimde rahatlıyorum. Üzgün değilim, gözlerimden mutluluk akıyor. Sizi bir arada görmekten memnunum. Rıfık şarkısına başlıyor, gelmem için işaret verdiği kolu parkeye inip ritim tutuyor. İyi bir beste olmadığını biliyoruz. Çok zorlamış, motoru bozulmuş. Bizim evimize konmuş bir bülbül, artık senin. 

Dış kapıya yürüyorum. Askılıktaki atkını boynuma sarıyorum. Ayakkabılarımın yanına bir yastık dikmişsin, daha çok mezar taşı gibi. Bu kadar sade ve beyaz oluşuna gülümsüyorum. Rıfık ağlamaya başlıyor, gözlerimi yastıktan çekmiyorum.