Melekler koparırken birbirlerinin kanatlarını,

Arınma gecesinde, şeytan ve tanrıların taş ve sopalarla savaştığı o alanda, 

Benim gözlerim seni arar durur heyecanla.

Kanlar diz boyu, kazanan tarafın diğerinden farklı olmadığı bir alan burası,

Ama sevenlere bir şans daha sunulur yüce ve yalnız olan tarafından,

İkimizin birden inanabileceği Tanrı'dan, 

Seslenir bize, ikimize,

"Kaçın buradan, benim de sonum yakındır ne de olsa"

Şebboylara gömülü bir tarlada açarız gözlerimizi, ikimiz, sadece ikimiz,

Üzerlerine de basmayız belki,

Fakat büyülenmeyiz de onlardan,

Ne de olsa Tanrı'yı görmüşüzdür artık,

Daha ne etkileyebilir ki bizi,

Sen, senden başka ne yazdırabilir bu şiiri?

Diğer sevenler, bir kapı açılınca bu tarafa adım atamazlar yanımıza,

Çekinirler güllerin kara toprağa gömülmüş köklerinin bir gün çürüyeceğinden,

Fakat biz anlamışızdır artık sonumuzun farksız olacağını, ve bu daha da bağlamıştır beni sana, seni benim kollarıma.

Burası bize ait, 

Ve kimse anlamaz buranın neresi olduğunu,

Biz bile anlamayız,

Bu yüzden, sarılmakla yetiniriz birbirimize.




Boşuna, ne yapsan ulaşamazsın ulaşılması gerekene,

Ve acıların etkisi tazeleniyorsa durmadan,

Sorun sende değil, senin üzerine yansıyan etkilerdedir.

Yürümek kadar kolay değil yürümeye karar vermek,

Her şey başladığı yerde biter, 

Her şeyden orada korkulur, çekinilir,

Sonunda, işte, kahkaha yükselir ve nokta konulur.




Güzün son yağmuru başlar başlamaz

Seni aramaya koyuldum yalın ayak

Biliyorum, kimse bunu alkışlamaz

Fakat arıyorum bulamamaktan korkarak 


Sen, küçük kız, benim zeytin dalımsın hayata

Gözleri morarmış bir ruhun rüyası

Rüyayla ulaşma çabası gibi sabaha

Onun sensiz söndürdüğü ışıklı dünyası 


Bana kalan senin karanlık sokağındır

Orada gezerim gece gündüz bilincimi

Ve bırakmak onu orada, en doğal olağandır

Bir köşeye yuvarlayarak yaşam denen birikimi





Yola koyuldum; bomboş, kimseyi beklemek zorunda olunmayan bir yola,

Adımlamak, varana dek beklemekmiş hâlâ,

Varınca durdum; derin bir nefes, niye vardım ki. 


Aldım yanıma en çirkin ve en güzel yanını,

Bir parçacık bile kayıptır zira geriye kalan senden,

Deri ceketimin cebine bıraktım seni, yırtılmıştı, düşünce fark ettim. 


Göğsümdeki deprem neye yarar artık,

Nasıl söyleyeyim "olmaz, değiştirelim" diye,

Düşüyorum, düşüyorum kendi cebimden,

Kimseye verecek hâlim yok kendimi saklasın diye. 


Gölgem bile yorgun takip etmeye beni,

Parça parça olunca bıraktım onu da geride,

Seni de bıraktım gölgemin yanında,

Uğramam gereken bir sürü cehennem var daha, dertleşin orada.




Triton doğumunu müjdeler her gece,

Kabuktan çıkarak güzelliği dağıtmanı seyrederim su ruhu deniz kabuğuna üflemeye başlarken,

Sahte tanrılardan değildi varlığın,

Büyülü, beyaz bedenin kanıtıydı bunun,

Şimdi bırak da diz çökeyim kendi önümde,

Kendim karşısında zayıflığımı ve sonsuz gücümü kanıtlayayım. 


Sabahı mı, gecesi mi bilmezken daha günün aradım durdum insani varoluşumda neyi aramak istediğimi,

Ağaçta tek yaprak vardı, kımıldıyordu, koparıp fırlattım,

Üzerine tükürdüm ve küfürler savurdum yüzüne,

Çirkinliğimi bu şekilde vurdum kendi yüzüme;

Ağacın son umudu o yaprakken, gözümü kırpmadan bastım üzerine,

Ağaçtan yeşil kanlar akıyordu,

Tüm canlılar lanetliyordu beni:

"Kahrol adi yaratık! Kahrol!"

Yapacak bir şeyim yoktu,

Kahroluyordum.




Şarkılar, ezgiler mırıldan ey çoban,

Çayırların yeşilliği anımsatsın onu sana,

Ayrım yapma kurtlar arasında, bilenmiş dişlerin tek amacı vardır çünkü,

Gırtlağa geçirilen dişlerin sahibi umursanmaz hissedilince kanın sıcaklığı bedeninde. 


Her şey seni taklit eder gibi derinliğinde gecenin,

Deniz kabuğundan çıkıp kutsamanı suları ve yerin yüzeyini,

Yüreğimi söndürmeni artık,

Ve o kızgın alevin ebediliğini sonlandırmanı. 


Gücüm kendimi bitirmeye yetecek kadardır,

Hiçbir tanrıya güven duymam daha,

Hiçbir orak senin ölümcüllüğünden daha keskin değildir,

Gücüm tükenmedi hâlâ,

Onu da sen al, bitir artık bu azabı. 


Şu savaşçı rüzgarın cenk meydanındaki çığlıkları gibi,

İnliyor eski ve boş bir meydanda zavallı bir ruh,

Öyle yardıma çağıran ve iten onu elinin tersiyle,

Öyle anlaşılıyor onun gözlerinden.





Yıkıntının eşiğinden geçerek iki adım öteye,

Dipsiz bir kuyu buldum çığlıklarla süslenmiş,

Atla! Atla hadi, zor değil.

İç dünyam hastalıklı, senden sonra da öyle,

Senden sonra da bırakmadı beni sadık canavarlar,

Her gece savaş alanıdır hâlâ yüreğim,

Ve her gece kanımla giderir susuzluğunu alacaklı tanrılar.

Sonsuzluğun titreyen rüzgarları, nereyedir yolumuz,

Bu zavallı ruhum takatsizdir yolların çıkmazlığı karşısında, 

Yine de, dörtnala takılır ölümün peşine.

Soluğunla dayan enseme, nefesin bir bardak şarap gibi yayılsın kanımın her hücresine,

Ayılmak tuzaktır artık, sarhoşluk tek kurtuluş,

Kurtar beni kanımı emip tüm dünyayı sarhoş edercesine.

O biçimli vücudunu bırak önüme, okşayışlarım rüzgarın yaprakları estirmesine dönüşsün bir gecede,

Gece yarısında içilen zehir gibi dağıt kendini titrek vücuduma,

Hiçbir şeyin sonu gelmesin artık ansızın,

Önceden belirlensin yüreklerin ne zaman boşalacağı kutsal sevgililerden,

Bırak boş kalsın artık suların enginliği gibi o kanlı kafesin içi, bırak elini.




Gezen bir aylak sokağında, tanımazsın

Yaralayıp tüm bedenini en derinden

Siyah bahçe olmuş şimdi, yolu yordamsızın

Bendim o, kıpırdatarak kuşları yerinden

Gezen bir aylak sokağında, tanımazsın 


Nereye kayboldu arzusu cennetin

Hani o soyluların kutsal evi doruklarda

Neresi benim evim, dibi mi cehennemin?

Yolculuğum bitince tek bir soru aklımda

Nereye kayboldu arzusu cennetin? 


Ah bu yangın yeri ne zaman söner

Kaç insan adak yapılmalı tanrıların doyumsuzluğuna

Derler ki gün gelir her şey başa döner

Derim ki bakarak o ağızların soysuzluğuna

Ah bu yangın yeri ne zaman söner




Yabancı bir kadının aşkı çağıran rahatsız edici sesi yankılanır kulağımda,

Dişiliğinde zayıflatmak istercesine erkeksi gücümü yorulmak nedir bilmeyen bir canavar gibi,

Nasıl baş edilir bu kuvvetle, nasıl dönülür yeniden her şeyin sıradan ve doğal olduğu zamana?

Al fırlat beni gerilere, doğumumdan da öteye,

Yaşamak zamanı değil dünyada,

Geçti o neşeli sayılan günler, ciddileşti her şey birden,

Bırak oyunun kenarında kalayım, 

Oyun yaşı çoktan geçti ruhumun.



Sorular, sorulanlar, yanıtlananlar,

Her gün yeni bir canavar çıkıyor yuvasından selamlayarak zavallıları kinayeli kahkahalarıyla,

Son bir soru sormak istiyorum gelişigüzel,

Umursamadan ağzımdan çıkan harflerin uyumunu,

Son bir soru çıkıyor dudaklarımdan:

Biz mi hayattan zaman çalıyoruz,

Yoksa zaman mı bizden hayat?




İşte son parçası külümün

Üfle ve savur etrafa beni

Bak, ilk gülümseyişi ölümün

dişleriyle aydınlatıyor her yerimi 


Sürekli bir gürültü kafamda, bitmez

Onun işaret parmağı bile suskunken

Nedir bu çığlık orada dinmek bilmez

Neyedir çabam her şey bunca aydınken 


Elimde değil, her adım sana dönük

Sana koşuyor yangına su getirenler

Ve iyilikten bir parça olan o kötülük

Onu çağırır sevgilileri sesleyenler




Senin için başka bir şey ifade etmezken,

Aslında düşmanın bile olmaya razıydım kafamda doğum yapan kadından kurtulmak için.

Bir yerde biter her şey varıldığını anlayınca,

Sona varılmaz bir türlü ama oradaymışsın gibi olur,

Oradaymışım gibi, nerede bekliyorsun beni? 


Issız bir çölün sahibiyim ben,

Tanrıları yemlerim burada, zehirli çayırlarda,

Flütümle şarkılar yaparım onlara,

Derim ki, aslında ne siz varsınız, ne de çayırlar bu yabani otlakta. 


Ben söz ederim aşktan, o saçmalıktan,

Saçmalıkla kendimi kuşatıp kafa tutar gibi bu dünyaya,

Şimdi tüm oluşumda puslu bir hava hüküm sürmekte,

Gelip dağıtmasan da olur aslında,

Kendini öldürsen yetecek kendimi tekrar aramaya koyulmaya.




Hepiniz yanıldınız,

Kaderiniz olan yanılgıya vardınız sonunda,

Çocuklar güzellik katarmış dünyaya, yanıldınız,

Güzelliklerini yitirmek için gelirler onlar sırayla.

Yanıldınız,

Müthiş iyi tanrılarınız kurtarmadı sizi,

Ağlayarak ellerinizi yöneltin ona yine de,

Her şeyin yanıltıcı bir illüzyon olduğunu bilerek,

Ve dünya denilen topraklarda şeytanın hüküm sürdüğüne eminken, yine de kandırın kendinizi.

Yanıldım,

Dahası laf cambazlığı olur herhâlde,

Ne için bilmem, fakat hissediyorum bunu; yanıldığımı doğumumdan sonra,

Hiçbir yere ait olamamışken, nasıl seni anlamlandırdım bunca,

Nasıl kandırdım ikimizi de.



Hayır, sessiz ol ucube!

Çocuklar da olmasa ne olurdu sonumuz, nasıl görürdük bunca güzelliği?

Merhametli tanrılarımız affetmeseydi bizleri, 

Küllerimiz dünyaya sızıyordu yarıklardan şimdi.

Ey ben, dinleme kendini,

O ki inandırır seni iblisin yüceliğine, ve ondan başkasına inanmazsın daha,

Ne kendine, ne de o güzel sevgiliye. 


Bir yanım deviremedi ötekini,

İkisinin arasında sıkışıp kaldı, can verdi asıl kimliğim.



(Bu şiiri kendimle beraber, iki kişi yazdım.)