Çeşit çeşit olasılık ve tarzlara böldüm hayatımı,

Ancak bu şekilde anlayabilirdim Thödol'la Buda'nın dualarının aynı şeyi anlattığını.

Çarmıhtan inip develerle savaşlara katıldım hatta,

Denizleri yararken balıkları öldürdüm acımadan,

Ben sıradanım, ben seçilmiş değil, yalnızca bir insanım. 


Büyük yollarla saf ışığa ulaşmak değil bana göre,

Tükürdüğüm salyalar tutarsızdır benim,

Bir gün sana da denk gelirse alınma,

Ne de olsa silmeye alışıktır yüzünü insani ellerin. 


Artık ne üç başlı köpekler diz çöktürebilir beni önlerinde,

Ne de o zavallı tanrılar.

Siz, evet, siz, ey dört bir köşenin sahipleri,

Bu bir savaş ilanıdır,

Hem de varlığınızı en çok hissettiğim bu devirde.



Tanrının kalbini acıtmaktır kutsal görevim,

Ne var ki o ağlayınca ben de ağlıyorum hâlâ,

Tıpkı şeytanın ağladığı gibi benim sana ağlamama.

Ey duaların ezgisi, anlarım çaresizliğinizi,

Sizler güzellik yaratma peşindesiniz muhakkak,

Fakat sağır ve dilsizdir onlar,

Ne dinler, ne de cevaplarlar o yakınmaları.

Yürürlüğe giren bir yasadan haberdar değilmiş gibi,

Kaçırırım gözlerimi gözlerinden cezasını çekeceğimi bildiğim hâlde,

Zira haberim yoktur henüz olacaklardan.

Bir dükkan köşesinde, bir berberde yahut kendi evinde bile bulunamaz aranılan,

O hep uzaktadır; yaklaştıkça kovalanır, ve daha da uzar bu kanlı yolculuk,

Nihayetinde varılan nokta ilk adımının izlerini taşır, tazedir hâlâ.

Sen, her şeyle yeniden yüzleştiren beni,

İçimde kök salman nedendi peki,

Yeniden sorular sormaya iten varlığın neden bana farklı kılındı,

Yahut tasarladın kendini böyle gözlerimde?

Tek bir fısıltı yeterdi bana yeniden yaşamak için her şeyi,

Bağırdın, ses tellerini adak yaptın köreltmek için kulaklarımı,

Neden?



Mutsuz ve ceset kalmak istiyorum,

Ellerimde yaprakları kandan kırmızı çiçeklerle,

Rengi doğasından değil, ellerimden olan. 

Nefret istiyorum, kaynağı yürek denebilirse artık ona, onun çatlaklarından sızan kendi içime doğru,

Ve siz insanlar, artık sizden biri değilim ben,

Kutlayasım var bunu duvarlarım ve sandalyelerimle,

Belki ben de bir sandalyeyim, 

Ama duvar olamam henüz,

Önce bütün resimleri indirmem gerek,

Sonra, hakkını vererek taştan olmanın bir eve bir köşe olacağım ben,

Ta ki çatı üzerime çökünceye dek. 


Ruhum, 

Onun ki, varamayacağı bir yolda seninle kesişti yolları,

Artık geri dönme vaktiydi; dönmedi.




Ey ruh, kutsal mısın sen sanıldığı gibi,

Nedir ayrıcalığın bunca canavarın arasında,

Nasıl bulursun kendini kendi gözlerinde?

Sen, yüce İsa, aşıkların şarabını artır göklere yükselmek yerine,

Geri getir kısa süreliğine yaranıp mahvolan duyguları,

Tanrı'nın emridir bu, itaat et!

Kronos'un dişleri daha da sivrildi elini almanla üzerimden,

Her şey daralmakta şimdi, çöküş devam ediyor alabildiğine,

Gaia'nın zarif saçları dolanıyor yerin pisliklerle dolu yüzeyine, Aiolos açıyor tulumunu, ve sen doğuyorsun bu leziz kokuların dansına eşlik edercesine,

Sanki çoktan bilerek bunun beni öldürmek için yeterli olacağını.

Devrilmiş bir insanoğlu yatıyor şimdi senin yanı başında,

Gömülmek için yer arıyor kendine kalbini söküp çıkarmaya çalışarak yerinden,

Yeniden ve yeniden deniyor, 

Uzanmış orada, salakça bekliyor sıranın ona gelmesini: Öldür onu!




Dilerim bir ırmakta görüp de yansımanı nergise dönüşmezsin,

Kendi kibrinin sularında boğulup gidersin zira,

Ve kimse anlayamaz kendine aşık olmanın ne kadar doğal olduğunu.

Varsın sessizliğe gömülsün yaşamın dört bir yanı,

Sesini duyarım yine de, sessizliğini seçerim onca gürültü arasından,

Senin dinginliğin benzemez hiçbirine. 


Boğuluyordum;

Kirli ayaklarıyla göğüslerine çöken ve nefeslerini kesen kötü cinlerin kurbanı hamile kadınlar gibi,

Boğuluyordum;

Bu dünyada yerini bulamadan denizleri boylayan o kahraman gibi. 


Ey intihar etmiş bedenlerin ruhları, alın hastalıklarınızı ve defolun buradan,

Çekilin soysuz tanrınızın evine,

Burada rahat yoktur size.

Ey canavar, korkunç yaratık,

Giy kırmızı elbiseni, ırmakların yanına dön,

Evin orasıdır senin, ağaçların kovukları seni çağırmakta.




Günün birinde şartlar uygunken artık ikimiz adına da,

O zaman göreceksin, eski benin artık şiirler okumadığını ve gözlerinin onun güzelliğe kapandığını.

Günün birinde kurtulursan kendi Tanrı'nın elinden,

Yolda zebaniler koparacak kanatlarını, uçamayacaksın, hapsolup kalacaksın lanetli dünyana,

Artık ben bile kurtaramayacağım seni onların elinden.

Günün birinde sen hüzünlü başını omuzlara yaslarken,

Ben neler kaybettiğimi anlayacağım senin anlayacağın gibi,

Gözyaşların omuzlara bırakırken kendini, benim gözlerimde göremeyeceksin neler saklandığını,

Neleri sakladığımı bir çırpıda anlatabilecekken.

Daha Kaos doğurmamışken yırtıcı kızını,

Ve o kız kendi oğluna aşık olmamışken, gel, buluşalım o boşlukta,

Birbirimizi algılamamıza gerek yok, bu sadece ucuz bir kandırmaca.

Seni görmeme gerek yok benim, gözlerim usludur, seni düşler, oraya odaklanırlar sadece. 

Başka birisi okşarsa saçlarımı, o zaman iğrenirim kendimden ve senden de,

Senin başkasını okşayan ellerinden de.

Günün birinde sırasını bekleyen son nefes salacak kendini ciğerlerimizden,

Dudaklarım seni bekliyor olacak onu içine hapsetmen için,

Sende bir yara olarak, bir iz olarak kalmak için can atıyor olacak son nefesim.

Dönmek istersen güller hazırdır yolunda,

Yolundaysan eğer, onlar seni beklemeyecek, bil bunu,

Ve günün birinde, senin gibi solacak onlar da beni sonsuz bir kuyuya iterek.




Çürümüş tenimden kurtulup yükseldim yanına onun,

Melekler duymasın diye eğildi ve şöyle dedi:

"Sen seyircisin, seyretmen gerek onun gözlerini"

Sonra, fırlatıldım tekrar, yanına düştüm, ayaklarımda sarmaşıklar, gözümde hırs ve yaş, yanındayım.

Elimi bir karış uzatsam dokunacağım her noktasın sen,

Her şeyin tadında, her şeyin renginde senin dokunuşların var,

Bunu benden başka kimse bilmez, sen de bilmezsin olmadığını sandığın için her anımda.

Ben bir bütünüm diye biliyorum kendimi her şeyimle,

Seninle, sana ait olan ve olmayan, 

Yanından geçip giden ve bir anlık sesini duyan o kuş bile bana ait,

O ay, o güneş, hepsi benimdir, hepsi bendir,

Çünkü sensin hepsi onların.

Tanrı, ey seyredip de zayıflığımızı, zeytin dalını şımarık bir çocuk gibi kimseye vermeyen,

Senin gücün benim sınırım olamaz asla,

Tüm yükleri aldım üzerime,

İstersen yak beni, ama önce anla,

Benim seni anlayıp yaktığım gibi.