Okulumuzun mezuniyet töreni olacaktı bu akşam. Resim öğretmeni Şahin hocam, törende takdim edilecek belgelerin tasarımını yapmak için akşam altıya kadar okulda kaldı. Sonra bir ara "tuvalete" diye kalkıp gitti. Geri döndüğünde, "kaçtır söylüyorum, boş yere akıyor pisuvarlar ama bir şey değişmedi. Hocam, ben onları bir kapatayım" deyip çıktı. Bütün katları dolaştı ve nihayet bir pense bulup kapattı o boşa akan suları. Okuldan çıkarken ben de açık kalan tüm lambaları kapattım. Esasen bunu, okulumuzun pansiyonunda da yapıyorum.


Nöbetçi olduğum günler, sabah yedi gibi öğrencileri kahvaltıya indirdikten sonra tüm odaları dolaşıp boşa yanan lambaları söndürüyorum. Sonra, tabldotların boşaltıldığı çöpün başına geçiyor ve yenmeyip de çöpe dökülen yemeklere sitem ediyorum. Bir öğrenci mesela, içmediği çorbayı çöpe döktüğünde sanki ciğerim deliniyor. "Ya hu yapmayın, halkımız size bu yemekleri ücretsiz sunmak için günlerce, aylarca çalışıyor" diye söyleniyorum. O bir kaşık çorbada yazın sıcağını, kuru mercimek tanelerini, tozu toprağı görüyorum. Ama öğrencilerin, yaşları küçük, anlamıyorlar da. Hem galiba, zavallı ve aptal da görünüyorum bu hâlimle onlara. Düşünün ki yemekhanede, çöpün başında bekleyip kendince nasihat etmeye çalışan biriyim... Şimdilik sadece, bir gün bu sözlerin bir karşılığı olduğunu anlayabileceklerini umut edebiliyorum.


"Niye böyleyim ulan" diye sorduğum çok olmuştur. Cevap, basit; içimizde yanan bir ışık var. Halk sevgisi bu. Bir tek pirinç tanesinin hesabını sorduruyor bana bu ışık. Kırılan bir ağaç dalı için ağız dalaşına sokuyor, boş yere çekilmiş bir fotokopi kağıdı için müdürlerle kavga ettiriyor. Bana "ellerini silmek için bir parça kağıt havlu yeter, ziyan etme" dedirtiyor, ayran kabını su bardağı niyetine kullandırtıyor, yerdeki üç santimlik kalemi aldırtıyor, koridordaki çöpleri toplatıyor, pansiyonun tuvaletlerini temizlettiriyor. Ve tüm bunları yaparken, beni dünyanın en mesut insanı yapıyor.


Halk sevgisi, öylesine güçlü ki Şahin hocamda... Bugün okulumuzun resim sergisine kendi de birkaç resim götürmüştü, "halkın beğenisini yükseltmek de bizim görevimiz" diyerek..Ama şövaleler yetmeyince, "öğrencilerin emeği ziyan olmasın" diye hepsini alıp geri getirdi. Oysa, şiir gibi resim çizerdi. Ve hatta, kendi resmini sergiye koymak isteyen diğer öğretmenlere sitemle doldu... "Çocuklar taaa nerelerden resimlerini sergilenecek diye alıp getirmişler hocam. Onların umudunu kırmak bize yakışmaz" diye içi içini yedi. Bu gözlerde biriken öfkeyi o kadar iyi anlıyorum ki.. "Anlıyorum" diye basitçe yazdığıma bakmayın; ciğerim, ciğerimiz parçalanıyor işte... Evdeki çoluğunu çocuğunu unutarak, saatlerce bilgisayar başında tasarım yaptı Şahin hoca, her harfine dikkat ederek. Sonra musluğu bozulmuş pisuvarları dert etti kendine; kalkıp yirmi dakika bir pense aradı ve buldu da... 


Ah gardaşım benim. Senin o pense tutan ellerine kurban olayım.



17 Mayıs 2022

Manisa