boynuma bıraktığın kırılgan bir öpücük kadar

emanet duruyor zamansız ruhum

mor sümbüller işliyorum renksiz avuçlarına

bir bilsen ne kadar intihar ettiğimi,

eteğine boynu bükük manidar güllerden ikliller toplamak için.


rögar kapakları ve şehrin putlaşan insanları

çekip gitmek hiç bu kadar zor olmamıştı,

göğsüne dokunduğumda,

ruhunu hissettiğimde anladım,

tekrar geri dönmek için terk ettiğimi.


bir bedene sığmaya çalışan on binlerce ruh

bir gemiye binbir can sığdıran ve taşıyan Nuh

kendime yakışan bir hayat bulamadığım için

ihanet ederim sırtımı yasladığım dağlara

ahzap, gazap ve huşu kuşları beslerim içimde.


deforme edilmiş bir kayboluş,

eksik olanı tamamlamaya gücü yetmez.

çünkü her arayış bir kayboluştur.

yaprakları dökülen ağaçların dallarında

güze buruk bir dargınlık vardır.


sen,

bende,

benim hatırlayabildiğim kadar yaşayacaksın.

siyah ahu gözlerinin ömrü

bir kelebek kadar uzun ve şatafatlı.


ben seni aramakla mükellefim

her pazar gecesi

bütün söğüt ağaçlarının gövdesinde

yemyeşil gökyüzünün bulutlu pınarlarında

fermente edilmemiş içtiğim şarabın son tortusunda.


kayboluyorum

ömrümün atlasında

kendimden öte bir yol yok biliyorum

bağ bozumu ve siyaha çalan mavilik

agresyonlu, kızgın sokaklardan kovuluyorum.


keşke ağlayabilecek kadar insan kalsaydım.