Bir takım oyununda kimlerin hangi takımda olacağını belirlemek adına birer kişi seçilir ve çok da uzak olmayan bir mesafeden birbirlerine doğru birer adım atar ve her adımda hangi oyuncuyu takımlarına istediklerini söylerler. Ta ki takım tamamlanıncaya kadar.

Ben de böyle bir oyunda buldum kendimi. Benim oyunumda karşı taraf hayat oldu. Durum böyle olunca oyuncular da biraz zorlu oldu. Kimi alıp kimi karşıya vermek istediğimi epey düşünmek zorunda kaldım. Nihayetinde başladık adım atmaya:

-      Olgunluğu aldım,

-      Çocukluğu verdim.

-      Düşünceyi aldım,

-      Duyguları verdim.

-      Okulu aldım,

-      İşi verdim.

-      Mutsuzluğu aldım,

-      Sağlığı verdim.

-      Yalnızlığı aldım,

-      Kalabalığı verdim.

-      Saygıyı ben aldım,

-      Sevgi hayatta kaldı.

-      Dürüstlük benim olurken

-      Yalan, hayatın oldu.

Böylece her iki tarafın oyuncuları da çok güçlü oldu. Zorlu ve uzun vadeli bir oyuna başladık. Kazananın ödülü ne mi olacak? Karşı tarafın oyuncularını da alıp başka oyunlara dâhil olacak. Yani sonsuz bir döngüde devam edecek.

Bazen pes etmek istemiyor değilim.

“Al hepsi senin olsun hayat, bana bu kadarı yetti!” demek geçiyor aklımdan. Bazen yorulup kenara çekiliyorum. Devam etmek için dinlenmek gerekiyor bazen.

Aslına bakarsan artık kazanmak için değil, oyun devam etsin diye oynuyorum.

“Aldım, verdim, ben seni yendim” diye başlayan zorlu mücadelemiz;

“Aldım, verdim ama ben seni yenemiyorum” diye devam ediyor.