gittiğim her yerde parmak ucunda duran bir kadına çevirdin beni,

parmaklarını parmaklarımın arasına öyle olması gerekir gibi bıraktın,

eylüldü -altı yıldan biraz fazla-

sonra da -

hem de çok sonra-

'bu kadar işte her şey.'


ne diyebilirdim?

ne denirdi.

bak,

ne denirdi onu bile öğrenemedim.

kaç yaşına geldim,

kaç havalimanında durdum ve 'yeniden başlayacağım' dedim.

yine de öğrenemedim hala ne denir.


biri seni aldığına hiç benzemeyen halde,

sonrasında ne yapacağını hiç düşünmediğin bir zamanda bırakırsa-

ne denir?


o parmaklarımın arasında aslında herkeste var olan boşlukla ne yapılır öğrenemedim,

senin yüzünden ağladım,

yine de tesellimin varacağı başka yer bulamadım.

bak işte senin akıttığın kan bu,

hadi dön saçımı sev, n'olur.


çok küçüktüm daha, küçücüktüm.

sana rastlamanın mümkün olmadığı onlarca yolun sahibiydim.

neye elimi attıysam, ipini avucunun arasına çoktan almıştın.

arkama yaslandım geldin diye.

şimdi senin gözünün rengini hatırlamak için ağladığımda göz bebeklerime bakıyorum.

sesini şuan duyduğum herkesin sesine ekliyorum, çıkarıyorum.

sesini bulamıyorum.


huysuzlaşmış mıydım,

saçımı yanlış yandan mı toplamıştım,

kilo mu almıştım biraz,

tırnaklarımı bir hiza kesmeyi mi bırakmıştım.

ne zaman yanımda uyanmıştın ve ne zamandır gitmiştin.


bir kapının arkasına çömeldim,

altı yıl geçti,

öğrenemedim,

altı yıl geçti,

doğru kelimeyi bulup çıkaramadım.