Çiğnediğim sakızı hocanın üstüne tükürdüm. Birkaç saniye gözlerini kırpıştırıp neye uğradığını anlamaya çalıştı. Sürenin bitiminde suratını silmeyi akıl edebildi. Ama ben buna fırsat vermedim. Kalkan elini elimin tersiyle itip okkalı bir tokat savurdum. Hocamın canı acımıştı, inledi. Okul çocukları etrafımızda bir çember oluşturmuştu, kimseden ses çıkmıyordu. Müdürün bizi kameradan izlediğine emindim, odasından çıkamayacak kadar çekiniyordu benden. Karşıma geçip ne diyebilirdi ki? Kıymetli öğretmenini nasıl savunacaktı bana? 

Bugün okula saçlarımı toplayıp geldim. Güvenliğimiz şaşırdı, süslenip püslenmemiştim; kafamda bir taç yoktu, çoraplarım sade ve tek renkti. Yol rutinim dudak ısırmayı bile es geçmiş, gölgeden yürümüştüm. Hasta olduğumu düşündü. Soluk görünüyordum. Tanıdıklarıma selam verip sıraya geçtim. Bugün cumaydı. Müdür kürsüye çıktı. Birtakım nasihatler verdi, alkış sesleriyle kendinden geçti ve bizi sınıflarımıza uğurladı. Tahtayı en iyi gören sırada oturuyordum, öğretmenim yaptığım her davranışı kontrol edebilirdi. Buna rağmen derste kimse benimle ilgilenmezdi, çünkü hiçbir şey yapmayacağımdan emindi. Arkadaşlarım birbirlerine öpücüklü kağıtlar atıp, kıkırdayarak gülerdi. Hoca tahtaya döndüğünde önlüklerini kirletir, kravatlarından top yapmaya girişirlerdi. Hiçbiri bana ilişmezdi, çünkü karşılık vermeyeceğimi bilirlerdi. 

Hoca sandalyesine oturduğu gibi gözlerini bana dikti, tahtaya çıkmamı istedi. Çarpım tablosunu saymaya başlamamı istedi. 1’den başladım. Bir kere bir, bir. Bir kere iki, iki. Bir... 

Sıkılmamıştım, saymaya devam ediyordum, bir kere dokuz’a geldiğimde arka sıradakilerden biri parmağını kaldırdı, tuvalet gitmek için izin istedi. Bana ihtiyaç duyacağını düşündüm ve bende peşinden gitmek üzere izin aldım. Herhangi bir kabine geçip kapıyı arkamızdan kilitledik. Eteğini kaldırdı, ben de külotunu sıyırdım, klozete oturdu. Bir süre işedi, yarım litre suyu kafasına dikmiş. Bittiğini düşündüğümde kakasının geldiğini söyledi. Beklemeye devam ettik. Yarım saate yakın vakit geçmişti. Bir türlü çıkması gereken çıkmaya yeltenmiyordu. Ne kadar çok ıkınsa da işe yaramadı. Zil çalmak üzereydi, sınıfın bizi merak ettiğini sanmıyordum ama hocamızın sinirlendiğine, sıra arkadaşımdan devam etmesini istediğine emindim.  

Arkadaşım mahcup bir şekilde bana bakıyor, bu sırada tırnaklarını kemiriyordu. Ayakta beklemekten sıkılmıştım, arkadaşımın dizlerinden tutunarak yere çömeldim. Bu onun dengesini sarstı ve geriye devrildi. Klozetin içine düşmüştü, ayakları havaya kalkmış, yüzüne çarpmaya az kala durmuştu. Böyle çok daha rahat görünüyordu. Bunun dışkısını nasıl etkileyeceğini merakla bekledik, bir tepki gelmedi. Bu sırada nihayet teneffüs zili çaldı. Heyecanla ayağa kalktım, küçük kabinin içinde volta atmaya başladım, az sonra tuvaletin kapısı açıldı. Dolgu topuk bir ayakkabının tok sesleri duyuldu. Arkasından iki üç çift ufak adım. Anne ördek aynanın karşısına geçti, yavruları etrafını çevirdi. Suyu açıp yüzünü ve ensesini ıslattı. Küçüklerden biri koşarak peçete kopardı, ördek sinirle kaptı, sertçe sıvazladı.  

Çıkmamızı bekliyor gibiydiler, hareket etmeksizin aynanın önünde dikilmeye devam ettiler. Diğer kabinlerin boş olduğunu biliyorduk, onlarla iletişime geçmedik. Yeniden zil çaldı, teneffüs bitti. Hoca öğrencileri sınıflarına uğurladı. Birkaç kararsız adımdan sonra, kabinimizin önüne geldi. İki kez tıklattı. Arkadaşımın utangaç bağırsakları harekete geçti, ben rahatladım. Yüz ifadesi her şeyi anlatıyordu, ellerinden tutarak kaldırdım ve klozete oturmasını sağladım. Boşaldığına emin olduğunda ayağa kalktı, külotunu çektim, eteğini düzelttim. Kapıyı açtık, öğretmenimiz yeniden aynanın karşısına geçmiş, parmaklarıyla saçını tarıyordu, sırtı bize dönüktü. Arkadaşım sifona basmayı unutmuştu, elimden tutarak çekiştirdi. Utandığını anlamıştım, tuvaletten hızla çıkarak bahçeye indik. Az sonra öğretmenimiz merdivende göründü. Sakin bir şekilde bize doğru yürüyordu. Elimi arkadaşımdan kurtardım ve onu arkama aldım. Gergince belimi tuttu.  

Tam karşıma geldiği vakit durdu. Çarpım tablosuna devam etmem gerektiğini anladım ama canım bunu istemiyordu. Arkamdan bir ses geldi, bir kere dokuz fısıltısını duymak sinirlerimi gerse de, devam etmesine engel olmadım. Sayılar bitmeye yaklaştığında ellerini belimden çekmiş, önüme geçmişti. Dokuz kere on doksan, dediğinde öğretmenin eline uzanıp öptü. Karşılığında kafası okşanarak takdir edildi ve sınıfa uğurlandı. Şimdi yalnız kalmıştık. Anneme acıktığımı söyledim, cebinden bir sakız çıkardı.