Soğuk bir kış akşamı ıssızlık yüzüme çarparken ruhum alev alev yanıyordu. Sessiz kaldırımlarda yalın ayak yürümeyi öğrendim. Bu yakan, yok eden alevi soğutabilmek için. Her adımda o ilk günü, ilk saati canlandırdım, ezercesine geçtim üzerinden sert adımlarımla. Her seferinde farklı bir kapıda başka bir anı yaşarken buldum kendimi. Görüş aynıydı, uyanış hissi aynı. Nerede, kiminle, nasıl başladı hatırlamıyorum ama bir kere başladı bu yol. Direnerek, çizerek, bozarak. Razıyım ondan. Bu kadar zor böyle oyunlara bulanmışsa yaşamım tek suçlusu benim. O kontrolü de sıkıntıyı da yaratanım.

 Şimdi sahneye birini çıkarma vakti, çok uzun süreli bir yol arkadaşını, beni her adımda teselli edeni. Perkins’tir karşınızdaki. İlk aşk vakitlerimde, bir gece dürttü beni uykumda ve o günden beri ne aşka ne de gerçeğe bağlanamadım, yalnız onun sesi kulaklarımda, beni de kendini de hem inkar eden hem de var eden, yüzyıllardır üzerimizde sesine kulak verene kendini açan, çoktan unutulmuş, bu yeni dünyadan aforoz edilmiş bir Tanrıça, ilhamım Perkins.

—Bir fırtına bu.

—Hayır sadece bir düş

—Nasıl söyleyebilirsin bunu. Ruhlarımızın çıkardığı gürültüleri duymuyor musun?

—Ağlama ve acı sesleri duyuyorum ıssız odada.

—Sen kaybolmuşsun, onlar mutluluğu yaşıyorlar ancak. Duydukların bir yanılsama. İçindeki karanlık seni aldatıyor Perkins. Beni bile görmüyor gözlerin. Ellerin ellerimde değil sanki. Dudaklarıma saniyeler önce değen dudaklar senin değil. Soğuksun bir ölü kadar.

—Bir ateşe, şiddetle ve aç gözlülükle yanan bir ateşe koşuyorsun durmadan. Bir de beni kaybolmakla itham ediyorsun. Oysa felaket yansıtır gibi bakan gözler seninkiler. Ağlamış gibisin her an.

—Hayır ağlamadım. İçimde dökülecek bir fazlalık yok. Yağmurlu bir hava. Sen, sen, sen diye haykıran bulutlar. Bu felaketse niçin uyandırdın beni uykumdan.

—Beni dinlemiyorsun. Anlamak senin işin değil biliyorum. Ama bu düş insanı insandan uzaklaştırıyor. Sevgiye muhtaç olduğunu sayıklıyordun. Sana sevgiyle geldim. Şimdiyse gitmemi ve bir daha seni kurtarmamamı arzuluyorsun. Anlamak bana göre de değil artık.

—Bu kadar erken vazgeçtiğini söyleme ne olur.

—Seni uçuruma beraberimde sürüklemek korkunç ahmakça. Beni içinden çıkardığın uykular öyle derin ki seni bulamamaktan korkuyorum.

—Her şeyi geride bıraktığımı bilerek seni düşledim. Yaşadığım kadarını avucumun içine sıkıştırarak sana koştum -ateşe değil, yalnız sana- ama görüyorum ki düşlerimiz bir değil. Olmamış bir gerçekliğe tutunmak benimki.

—Beni arayarak bulamazsın, ben senin içinde var olmaktayım.

—Söylediklerin aklımı çeliyor. Çırpınmak boşa karşısında celladın. Perkins, damarlarıma karışan bu nefes seninkiyse neden acılarım dinmiyor bu düşte bile?

—Gerçek olmayan düşlere gerçekliğinden şüphe edilemeyecek acılar getirmişsin.

—Beni bağışla, insanlık ediyorum ölümün kıyısında.

—Suçun bağışlanmak. Gözlerini kapat ki düşlerimize dönelim.

—Ah Perkins, düşlerim sensin, anlamsız benliğimin içerisinde.

—Bağışlandın öyleyse.