Çocuklarla aram iyidir. Gerçekten iyidir. Onlara karşı öğretmenlik yapmadığım için sanırım. Başta anne babaları, neredeyse bütün büyükler bir şeyler öğretme derdinde çocuklara. Bense oyun oynarım onlarla. Öyle “zekâ geliştirici” ıvır zıvırlar da değil elbette. Yastık savaşı mesela ya da birbirini hedef yapıp top atma. Adaşım Ulaş’la da işte bunu oynuyoruz. Önce o atıyor topu, sonra da ben. O şanslı çünkü hedefi büyük ama ben de “müthiş zekâmı” konuşturuyorum. Tam topu atacağı sırada eğilip, topun, anasının suratında patlamasını sağlıyorum. 


Ulaş üç yaşına girecek. İsabet ettirmesinin bir önemi yok. Top elinden çıktığı gibi gülme krizine giriyor. Belki de koskoca bir adamın kendisiyle oynuyor olmasına gülüyor. O gülünce sebebe ne gerek var ki? Sıra bende. Topu alıp halının üzerine iniyorum ve diz çöküyorum. Şimdi Ulaş’la aynı boydayız. Topu atacak gibi yapıyorum güya o da kaçacak gibi yapıyor. İşte, yeni bir oyun keşfettik: Toptan kaçıyormuş gibi yapma oyunu. Ulaş yine gülmeye başlıyor. Ancak bu seferki biraz farklı. Gülerken bir yandan da dönmeye başlıyor Ulaş. Çocuklar neşeli olurlar. Her canlıda olan “iyi ki varım, iyi ki yaşıyorum” neşesi bu. Kimi zaman bu neşe, bedene büyük gelmeye başlar ve taşar. Ulaş neşe saçıyor şimdi.


İşte an, bu an. Gülen, gülerken gözlerinden yaş gelen, bağıran, sanki bir garip uğultu ya da mırıltı gibi bir şarkı da söyleyen, kendi etrafında dönen üç yaşında bir çocuğa bakmak. O an bütün sesler kesiliyor benim için ve sanki bir an dünya, Ulaş’ın etrafında dönüyor.



15 Ocak 2022

Gültepe