'Anlaşılma' isteği kişinin hem laneti hem kudreti... Düşünce sistematiğimizden davranış modelimize her şeyin temelinde yatan 'öz' adeta... Peki ama neden anlaşılmaya ihtiyacımız var? Bu bir zaruriyet mi yoksa yanılsama mı? Birileri birilerini anlayınca tam olarak ne gerçekleşmiş oluyor? Ya da kişi anlaşılmadığını düşündüğü durumlarda aslında kendine dönük tam bir kavrayışa sahip olmadığından başta kendini anlamıyor olabilir mi? 'Anlayan' neyi, ne kadar anlar? Anlaşılırlığı onaylayacak kıstaslar sabit midir, değişken mi? Anlama - anlatma ilişkisinde anlayan ne kazanır, anlaşılan ne? 'Hiçkimse tarafından anlaşılmadığını' iddia eden biri, o kimselerin kendisini anlayıp anlamadığını değerlendirebilecek yeterliliğe her zaman sahip midir? Anlatı konusunu bir kenara bırakırsak; anlatıcı ile dinleyici arasındaki görsel-işitsel-duyusal iletişimi doğrudan ya da dolaylı olarak şekillendiren unsurlar o anlatının dinamiklerini etkiler mi? Anlaşmak bu denli yaşamsal ise anlaşılmaz olmak için ısrarla girilen mücadeleler neden? Anlasak ne olur, anlamasak ne olur?

Bla bla bla... Gecenin 3 buçuğunda Van Gogh'u anlama çabalarımın nüvesi olarak çok yerinde dialoglar geliştiriyordum ki... 'İnsan bazen kendi kendini dahi anlayamazken kimi, ne kadar anlayabiliriz'in bir kez daha ayırdına vardım. Artık uyuyabilirsin kendim; bana maval anlatma!