Uykuda bile ürküten o tekinsiz rüzgarlar gibi yakaladı beni,

unuttuğumu sandığım kız çocukluğumun hevesi.


bir rüzgarı gibi kırılgan dallarımı yokladı-

kendimi zar zor ve bir mağarada saklanarak büyüttüm.


O beklenmedik hevesle gecelerce ben savaştım,

sen mutsuzdun ve dünyayı kötüleştiren herkes gibi mutsuzluğunla barışmıştın.


gençliğimiz kadar uzun bir sessizliği paylaşmıştık,

uzun yola çıkan bıyıklarından memnun adamların bile hızlı hızlı geçtiği unutulmuş bir yerde,

başka kimseye dokunmanın yolu yoktu.

sen vardın ve anlattıkça çoğalan hep koşturan hevesin.


Şimdi,

palazlanmış bir kadınım,

ve sana her şeyin çok iyi olduğunu söyleyeceğim.


hevesim olduğu yerde ama onu kimseler incitemesin diye kendime sımsıkıya bağladım.


Unutmanın bana verdiği yetkiyle bir gölgenin arkasına sığındım.

senin gösterdiğin ve adını unuttuğun ormanlara gizlenerek bunca yol geldim.



senden korkmasam,

ve gelecek günlerin bunca karanlığından,

sana dünyanın en çetin yollarından geçtiğimi söylerdim.


bak derdim,

kollarımın içinden parmak uçlarıma kadar kanadım.


hala aynı içimi içten kemiren bir yoklukla bugüne kadar ulaştım.


ben aynıyım-


gittiğim hiçbir yere varamıyorum,

yürüdüğüm hiçbir yola değmiyor ayaklarım.

bir şiiri sonuna kadar okuyamıyorum,

bir suyu kana kana içemiyorum.


içimde kendimi yabancı bin tane insan taşımaktan geceleri bir savaşçı gibi tetikte uyuyorum-

savaştığım kendi gölgemden başkası da değil.


ormanlara elimden tutup sen götürdün,

dikenlerimi de sen tanırsın.


bilirsin,

acılara alışılmaz.

bir rüzgar gelene kadar öyle orada kendini saklar ve vaktini bekler.


İki yüzüyle kendini gösteriyor bunca yıl,

korkunç ve sıcak bir hatırlama -umutlu ve tekinsiz bir unutma arasında-