Vahşeti her an sokaklarımızda, evimizde, çevremizde yaşamanın adım adım korkusunu idrak ediyoruz. Hani bir söz vardı yoga yapan, tütsü yakan gurularda. "İyilik nerede? İçimizde." diye. Şöyle bakıyorum da toplum neyi zihnini yormadan kutsallaştırırsa onu seviyor, baş tacı ediyor ya da tapıyor. Düşman ararken de zihnen yorulmadan, neyi kolayca suçlanabilir görürse ona yüklüyor her şeyi. Vah vah ile geçiştirdiğimiz her olay, bir bıçak darbesi halbuki ve sinirlerinin çoğu uyuşmuş topluluğun duyarsız iniltileridir bu ahlar ve vahlar. Günün sonunda çoğu insanın dilindeki lakırtı, bir ekmek kavgası. Aç kalma korkusu, sonuçta aç karnına özgürlüğün veya okuduğunu anlamanın bir zevki, hazzı yok. Ve bir dedikodu furyası, hepsi toplumun bireylerinin beyinlerinin içerisinde, bu devşirme komplolara inananların ekmeği. Birbirine kazık atan, komşusu açken tokluğu geçtim buna sevinen, insanlara karşı kin ve nefretle bakarken kendinden geçen, gücün hayranı olan içindeki şeytanı önce bilmeli değil mi? Nasılsa bilinmeyene suç atmak en kestirme yol. Yükle ne varsa, bu en kolayı. Elbette anlayışı berbat bir topluluğu da manipüle etmek gayet basit bir iş. Ee kötülüğü kurumsallaştıranlar da boş durmayacak. Ama insanlar kendilerini samimi olarak sorgulasalar zaten problem de çok çok aza iner değil mi?