Hayatın, yaşadıklarımdan ve benim ince ince eleyip dokuduklarımdan fazlası olduğunu anlamam biraz uzun zaman aldı. Tesadüfler, şans, çılgınlıklar, zamansız göze aldığım tehlikeler, her şey bitti derken doğan o güneş ya da benim güneş zannettiğim sihirli dolunay. Planlarım, çalışmalarım, geceyi gündüze katarak var ettiğim hiçbir şey plansız bir şekilde yaptıklarım kadar mutlu etmedi beni.


Ansızın montu alıp çıktığım o yağmurlu gün ne de çok mutlu olmuştum o anda işte o anda bütün yükler, sorumluluklar, acılar, kaygılar yok olmuştu. Kendimi kendime en çok yakın hissettiğim andı o an. Ya asansöre binmeyi reddedip beş kat çıktığım o gün. Hadi ama ne büyük bir şans olmuştu o bana. Gözlerinde kendimi gördüğüm ruhu bulmuştum ben. Önceden bilseydim koşarak çıkardım o merdivenleri. Bütün işi gücü bırakıp arkadaşlarla kendimi sokağa attığım o akşam. Ne de çok mutlu olmuş, ne de çok gülmüş ne de çok eğlenmiş bir şekilde dönmüştüm eve. Hissetmiş, yaşamış en önemlisi nefes almıştım. Ruhumu en derinlerden bulup gün yüzüne çıkarmıştım. Ansızın gelen kaçma hissi, ansızın duyulan "bir çılgınlık yap" sesi, ansızın kapıyı çalan aşkın çağrısı değişen kalp atışları, ansızın hissedilen o şarkı... Ansızın hepsi ansızın geldi hayatıma. Duymazdan gele bilirdim, görmezden gele bilirdim ama hisler... En derinden hissedilen o hisler. Sonra nasıl şuan ben olurdum, pişman değilim o ansızın gelen çağrılara kulak verdiğim için. Peşlerine düşüp yol aldığım zaman karşıma hep mutluluk, hep umut hep de kendim çıktı.


Bir şeyleri yarıda bıraktım, bir şeyleri erteledim fakat mutluluk her zaman kapıda beklemiyor, ruhum her zaman öyle güzel hissedilmiyor ya da kalbim her zaman öyle atmıyor. Ansızın geliyor güzel şeyler, işler güçler, ödevler, sorumluluklar ise sen yok olsan bile bitmiyor.


Hayatı yaşamaya gelmişken hayatın tutsağı olmayı reddediyorum, ansızın gelen her şeyin peşine düşmeyi seviyorum, belki yanlış belki doğru. Ama hepsi benim ve hepsi iyi kilerim.