Karlı dağların eteklerinden aşağı inen, kedi ölümü kadar hızlı bir çığın altındayım. Peygamberlerle boy ölçüşüyor boyum, ölümlerle dans ediyor ruhum. Soldan sağa tam otuz dört adım. Saydım. Saydım ve farkına vardım ki ipliğe bağlı binlerce çay bardağı, bir tüy yumağı ve bir iki üç öğünlük sigara altlığı kadar yakınım ölüme.
Ölüme yakınlığımdan yakınmam peygamberlere. Ama onlar dinlemiyor. Onlara göre bir loca var içeride. Çay sigara yapıyorlar. İçleri dolu hep o Arap kağıtlarının. Biliyorum. Yeşil yeşil hepsinin içleri.
Şimdi dağın başında bir kuyruklu piyanoyum ve apartman topuklarına kadar boka batmış bir kadın geçiyor yamacımdan. Etekleri kana bulanmış ulu dağlar ve tam otuz dört adımlık adalardan oluşan bir kentin soylusu gibiyim. Koltuğumun altına sıkıştırdığım iri kıyım bir tütün ve birkaç zaman katili hevesler topluluğu ile toplu intiharlara sürükleniyorum.
Sonu bilinmez yolculuklara çıkıyor ve her durakta bir peygamber görüyorum.
Peygamberler peygamberi Süleyman peygamber var oyunun sonunda. Final Round! diyor Tanrı o gür sesiyle.
Kadın apartman topuklarından asansörle iniyor en aşağı kata. Kapıcıya verdiği yeni bir Mehdi siparişi varmış. Hala gelmemiş, onu soracakmış. Çok beklersin diyorum içimden. Son peygamber de geçeli çok oldu bu duraktan. Saat başı falan da değil ki bu. Otobüs mü sandın?!
Arap kağıdını açıp iri kıyım tütünü, hafif uykulu bir kadını yatağına yatırır gibi sere serpe yatırıyorum kağıda. Küçük parmak uçlarımla yuvarlıyorum ve tam da bu sırada daha büyük parmak uçlarıyla birkaç Peygamber geliyor karşıdan. Sen daha örgütlenmedin mi diyorlar. Bak gidelim bizim ofise sana güzel bir yelek ayarlarız. Geç kalan, gelip evde bulamadık diyen ve hatta hiç gelmeyen Mehdi siparişlerini protesto ederiz diyorlar. Varım! diyorum. Sonuçta illegala yakın bir iş. Belki bir kaç Tanrı dayağı yeriz ve daha da kinlenir, daha da yakınlaşırız Tanrı yanılgısına.
Böyle düşünüyorum içimden. Çıkışta belki köhne bir barda iki bira yuvarlarız diyorlar. Tamam diyorum işte şimdi oldu
Aaa pardon! Siz ne içiyorsunuz diyorum. Bizde Adıyaman tütünü var diyorlar. Mikro milliyetçiyiz biz. Nemrut'u sırtladık da geldik. Muhabbet böyle uzayıp gidiyor. Eylemi falan unutuyoruz. Direkt bira içmeye gidiyoruz bu birkaç peygamberle. Çok sevdim kerataları.
Bara girer girmez bir de ne göreyim! Apartmanın asansöründen inen apartman topuklu kadın! Elinde bir ıslak mendil var. Ayakkabılarını siliyor baştan aşağı. Kırmızı rugan bir ayakkabı çıkıyor ortaya. Sivri uçlu topuklarında tütünü biraz daha kıydıktan sonra eline alıyor.
Kağıdı yok. Arap kağıdı uzatıyorum, almıyor. Ben de Arap kağıdı milliyetçisiyim kardeşim! Alsana işte ya neyle saracaksın! demeye kalmadan sağ arka dişlerinin arasına yerleştiriveriyor tütünü.
Başlıyor çiğnemeye. Önündeki fıstıkları bitirmiş. Boş kaba da tütün suyu tükürüyor. Kuru peçeteyi ona banıp banıp ayakkabılarını siliyor. Kıpkırmızı bir kadın, bembeyaz bir Arap kağıdı, birkaç peygamber, dağın başında bir piyano ve bendeniz Tanrının koca bir kayıp çocuğu... Kala kalıyoruz öyle köhne bir barın ortasında.
Gözlerim hafiften kararmaya başlıyor. Havadan daha hızlı ve erken hem de. Kalbimi soracak olursanız o çoktan köze dönmüş bile ama konumuz bu değil. Konumuz, közlenmiş soğan ve biberin bir somun ekmek arasında pul biberle ne kadar iyi gittiği de değil. Konumuz bunların hiçbiri değil aslında. Tanrı, peygamberler falan da değil.
Konumuz ne bilmiyorum ama konumumuz belli. Tanrının unuttuğu bir yer işte.
Neyse ne diyordum?
Gözlerim hafiften kararmaya başladığında her şey cızırtılı bir şekilde siliniyor alnımdan. Bütün hayat hikayem gözlerimin önünden değil, alnımdan geçiyor. O göz olayı normal insanlar da olur. Ben farklıyım, yeni mehdi adayıyım bir kere. Başvurular yarın başlayacak diyorum kendi kendime. Şimdi hastalanamam. Peygamberlik alımlarına giremezsem, ya ne için yaşamış olurum tam otuz dört adımlık zaman dilimi bunca zaman!?
Her şey silinirken, kadın kalkıp gidiyor masadan. Kapı önüne çıkıp kapkara bir balgam atıyor yere, birkaç adım sonra kahverengi deri ceketli bir Diyarbakır dolmuşçusuna dönüşüyor.
Peygamber kankilerim de siliniyor pek tabii.
Hepsi saç ektirmeye gelmiş Araplara dönüşüyor. Bir anda Ortaköy'e ışınlanıyoruz ve bir adam kornişon turşunun yanına hardal diye sıkıyor beni.
Hop!
Şimdi hep birlikte bir patatesin içindeyiz.
Yani beynimin.
Beynim patates olmuş beni
m.
Gideyim de bir sigara yakayım.
Sigaraya tam otuz dört adım. Sağdan sola otuz dört adım. Otuz dört. 34.
Jean Valjean
2020-09-13T14:29:02+03:00Oldukça keyifli bir metin. Farklı bir tarz. Severek okudum. Kaleminize sağlık.