Küçük kulübesini havalandırdı. Kışlıklarını dolaptan çıkardı. Büyük valizini gardırobunun üstüne koydu. Ocakta fokurdayan yemeğinin tadını kontrol etti ve biraz daha tuz ekledi. Soğuk bir rüzgar doluyordu eve, yaşlı kara ağacın yapraklarının sesi geliyordu. İkindi olduğunda göle gitmeyi aklına not etti.

Kapı çaldığında tenceresini yıkıyordu. Suyu kapatıp ellerini eteğinin kenarlarında kuruladı ve hızlı adımlarla kapıyı açtı. Gelen büyük babasıydı. Yine kara ağaçtan ve kulübenin soğuk duvarlarından dert yanarak girdi içeri.

-Bizim ev sıcak diyorum sana…

Sesleri uzak bir karanlığı dolduruyordu yalnız, o sırada mutfaktan kaplara doldurduğu yemeği getirdi. Büyük babası teşekkür etmeyi pek bilmezdi, elinde tuttuğu poşetlere yemeği koyarken söylenmeye devam etti.

-Koca kadın susmak bilmedi, elinin bir iş tuttuğu da yok!

Tekli koltuğuna oturup yarım kalmış örgüsünü aldı eline. Büyük babası uzun koltukta ayaklarını uzatmıştı, televizyon olmayan duvara bakıyordu.

-Yaşlı ağacı kesmek lazım. Bizim marangoz Ali’yi çağıracağım yarın.

-Hayır.

Dedi yalnızca. Hayır, kara ağaç yerinde duracak. Büyük babası sustu.

İkindi çoktan geçmiş, güneş ağır ağır batıyordu. Büyük babası verdiği yemeği poşetten çıkarıp yemişti, kirli kapları masanın üzerinde duruyordu. İki ağırbaşlı sinek yemekten arta kalanların üstündeydi. Pencereler açıktı, ev iyiden iyiye soğumuştu. İnce bluzunun üstüne bir hırka geçirmişti, örgüsüne devam ediyordu. Büyük babası az sonra kalktı ve uyuşmuş kollarını ovaladı. Soğuktan dişleri titriyordu. Giderken ‘’Tuzu biraz azalt.’’ demekten başka laf etmedi.

Gün ağarırken kahvaltı için bahçesine uğradı. Üstünde sabahlığı vardı, soğuk içine işliyordu. Birkaç domates ve salatalık topladı. Eve geçip çaydanlığa su koydu. Dünden kalma kapları suyun altına bıraktı ve pişirdiği menemeni yeni bir kaba koydu. Dışarıdan gelen konuşma sesleri yükselip yakınlaştığında üstüne hırkasını geçirip kapıya çıktı. Marangoz Ali ve büyük babası kara ağacın önündeydi. Adamın elinde eski tip bir testere vardı. Büyük babası seslendi:

-Sen benim kabı buraya getiriver, bahçede yiyeceğim.

Kabın içindekiler hızla tüketilirken marangoz Ali mola vermiş, karton bardakta çay içiyordu. Kara ağacın yarısı kesilmişti ama hala dik duruyordu. Büyük babası homurdanarak konuşmaya devam etti.

-Bu da giderse, belki…

-Giderse ne olacak dayı?

-Sen bu işi hallet.

Öğleden sonra ağacın devrilme sesi duyuldu. Açık pencereden toz ve yaprak içeri girdi. Dünkü kaplar yıkanmıştı, yeni yemekler konuldu. Kapı çaldığında kapları oturma odasına götürmüştü. Büyük babası önce ellerini yıkamaya gitti. Sabahki kabı tekli koltuğa attı. Birkaç menemen koltukta bırakılmış örgüye yapıştı.

-Amma yavaş adam! Neyse şu ağaçtan da kurtulduk.

Bir müddet sonra ağzı dolu konuşmaya devam ediyordu. Yemeğini bitirdiğinde fazla uzun kalmadı. Yaklaşan kış evi buz gibi yapmıştı.

-Sen de pencerelere çözüm buluver. Yarın ağacı götürecek adamlar getiririm. Fazla yemek pişir.

İkindi vakti üstüne uzun bir elbise giyip dışarı çıktı. Kara ağaçtan yana bakmadan evin arkasındaki yeşil göle gitti. Göl giderek koyulaşmıştı, evin artık su borusundan pislik sızıyordu. Çürümüş domates ve yumurta kokusu aldı. Birkaç balık kıyıya vurmuştu.

Elbisesinin paçalarını tutup göle girdi. Soğuk su bileklerine geliyordu. Birkaç yağmur damlası attı, önce saçında sonra yüzünde hissetti.

Güneş doğduğunda hala gölün içindeydi. Elbisesi ıslanmıştı balıkların arasında oturuyordu. Kucağında ölü bir balık vardı ve balığın ağzında küflenmiş domates kabuğu. Büyük babasının ve başka adamların sesi duyuldu. Kapıya vurulma sesleri, adamların söylenen kalın sesleri. Bir traktörün çalışan motoru ve kapanan motorun sesi. Büyük babasının sağda solda bağıran ve ağır aksak giden yaşlı adımlarının sesi.

-Burada ne arıyorsun? Yine kafayı mı yedin.

Suya giren ayakların sesi. Koltuk altlarında sert ama titreyen elleri hissetti. Belindeki çıtırdama sesleri.

-Kalk ayağa. Adamlara da rezil olduk iyi mi! Bari çay koyduğunu söyle.

Küfür sesleri. Yeniden koltuk altına abanan elleri hissetti.

-Sana fazla yemek yapmanı söylemiştim. Sen de gelip gölde oturayım her şeyi halleder mi dedin aptal!

Bezgince çıkan sesler. Kafasına vurulan bir fiske.

-APTAL! Gidip kulübeni yıkmalarını da söyleyeceğim.

Suya vuran sert adımların sesi. Soluklanma ve daha şiddetli küfür sesi. Uzak bir karanlığı dolduran anlamsız sesler yığını.

Kucağındaki balığın ağzından domatesi çıkardı. Balığı okşamaya devam etti.