Şiddetli rüyalar içinde çırpınıyorduk,

Bir yer açıyorduk kendimize her gün kirli ellerimizle en derine kazdığımız çukurda.

Yalvarırcasına özlediğimiz günler yitip gidiyordu,


Ben yan sokaklardan bile korkuyordum, sana söylemiştim.

”Her şey bildiğimiz gibi kalsın”

Hep aynı noktaya yansısın gözlerinin ışığı.


Sen bana mutsuzluğun öyle kolay bırakıp gidilecek bir şey olmadığını hatırlatıyorsun.

Kendi gülüşümüzü karşıdan gelirken görsek tanımazdık, eminim.


Eski bir nehire ulaşmak için-oradan da birlikte geçmiştik-

Attığımız taşlar bizden daha çok varlardı.

Alelacele bütün çocukluğumuz kayıyordu avuçlarımızdan,

Böylesine hazırlıklı değiliz yetişkin olmaya.


Sen,

bir hatıra bile olmamaktan her şeyi keşfetmişçesine memnundun,

Bir ilmek boynuna dolanmıştı, henüz küçüktük ve yan yanaydık.

İçimden ölüme sarılan kimseyi görmediğim geçmişti.


Hep bir yerlerden koştura koştura dönüyordun,

Beklediğim kapıların gölgesini ezberlemiştim.

Bütün evler aynı, bütün kapılar.

Herkes birazdan unutulacak gibi.


Saatler etrafında kendi dönüşleri tamamlıyor,

Bir keresinde sana bile söylemiştim,

6.05 olunca duyduğum o dalın kırılma sesini.



İçimizin çürük kokusundan utanırdık,

Sen içinde senin bile payın olmayan bir acıyı kapatmak için giyinirdin.


Bir ayrılığa yetişiyorduk bazen,

Boynumuza dolanmış ilmekleri bir bir seviyorduk.


Bir mezarda yeşil bit ot bitiyordu,

Ölümü hayatın bir adım önüne koyuyorduk.


“Ağla” diyordun,

İçin artık ne kadarına elverirse.

Bugünler geçmeyecek ve ölüm her zaman dünyadan önce gelir.


Kimsenin bizi sevmesine ihtiyacımız yok, 

Ah!

Bir yelkovanın sesini sana ve bana ne ezberletti?


Evin sokağından bazen hayata benzer gölgeler geçiyor,

Sen tanımayıp bana soruyorsun.

Aramaktan ve yeniden yanılmaktan başka bir şey kalmıyor geriye.


Bir türkünün hayali yine bizi yoklamıyor,

Bakıyorum bir bahar akşamına benzer bir koku gelmiyor hiçbir yerden.