Okey miyim?

Dur bakayımm! Pattt.. bardak tuzla buz. İrkiliyorum. Parmağım kanıyor. Kesik derin. Etrafımda dönüp duran iki üç ses susmaya başlıyor ve bakışları üstüme yöneliyor. Kısa bir korku. Bu uçmuş gitmiş bedenler içinde bardak kırmak ve üstelik parmak yarası oldu mu şimdi! Neyse ki biri hala merak edip ne durumda olduğumu önemsiyor. Kan görünce insanın geri çekilme refleksi olmasa iyiydi de. Böyle şeyler de varmışş! 

Kırılmış bardağı daha fazla zarar vermeden uzaklaştırıyorum kendimden. Yaraya bir peçete ile müdahale ve gin (cin) dökünce önlemiş oluyorum kanamayı. Öğrenilmiş bir bilgidir belki benim için artık bir yaraya cin dökmek. Bazı yaralara ne döksem de etki etmiyor ama olsun. En iyisi işe geri döneyim ve kafamı dağıtayım da düşünmekten, kurguyla gerçek arasında kalmaktan bir süreliğine kurtarayım kendimi diyorum ve bardakların sesiyle tekrar kendime geliyorum. Ya da kendimi bir süreliğine daha donduruyorum kalabalıkta. Biri bana sesleniyor: "Are you okey?" 

"Okey miyim?" diye bakınıyorum ortalığa. Patt sesi boşuna değildi ve iyi yada tamam olmadığımı biliyorum çünkü. Ama gülüp evet "Yes. All is well" demem gerekiyor. Yanına bir gülücük te ekledim mi oldu gibi gözüküyor. Parmağının kanaması da nedir ki! Zaten uzun zamandır yüzümde birçok şey sadece gözüküyor. Onlara bakmadan, onların ne demek olduğunu dinlemeden, geçiştirme ile üstünü örterek. İşim bu. Bir bar garsonun başka ne işi olabilir ki hem? Birkaç içecek ismi hafızamda tutunca dünyanın en iyi garsonuyum da. Ben hep unutuyorum o çok karışık kokteylleri mesela. Mesela herşeyi karıştırıp dururum. Dalınca ve birden o ışıklar kurgu gibi gelince herşey bir bardak gibi tuzla buz olabiliyor ve gerçekle göz göze geliyorum. Aslında biraz değil, fazla dalgın ve bir o kadar da arı gibi her istediklerini yapan bir işçi mi diyeyim kendime bilemiyorum. Gerçi 'bilememek' hayatımın merkezine oturdu bir kaç yıldır. Bir kaç yıldır tüketip durduğum şehirler oldu. Bir rüzgar nasıl savurursa öyleyim.


Gerçekle, kurgu nerde başlıyor benim için anlayamıyorum mesela. Çok karıştırır ve elim ayağıma dolanır hep. Kalabalıklarda özellikle üstüme gelen bir telaş hali var. Anksiyete değil galiba ve bende dozu çoktan aşılmış bir alışkanlık gibi. Sanki iyi ve mutlu olmayan yanını sürekli saklaman gerekiyormuş gibi. Gece olunca, daha doğrusu mesai bitince dondurup bir buzluğa bıraktığım içimi ve yüzümün ardında kalan sancıyı ısıtıp ısıtıp önüme serinceye kadar herşey bir kurguya dönüyor ve zaman da buna dahil. Ona tahammül etmem için zorunluluklarım olduğunu, günde bir kaç kez koşulları göz önüne getirerek destekleyip biraz da "dayanma gücü" ekliyorum. Herşey okeyleşiyor hiç tamamlanmadan süren hayatımda. Birkaç bardak sesi, listeler, siparişler, farklı diller, müzikler, yerine getirilmesi gereken istekler, sesler ve yine sesler. Unuttuğum kokteyl isimleri, yapmam gereken kokteyler, sarhoşlar... 


Bazen sessizlik o kadar güzel ve huzur verici geliyor ki. Bazen de çok korkunç. Susturmak istediğim çok şeyle birlikte konuşmak istiyorum geceleri, bu derimin altında saklanan mutsuzları. Ne kafamda o listeler, ne sesler, ne bana telaşı hatırlatan saatler olsun. Yalnızca kendime dair bir yalnızlık ve sessizlikten başka...


Are you okey miyim? 


Hala bilmiyorum ama çoğu zaman orda, o kelimeye uymadığım kesin. Gülüp, şakalaşıp bir kokteyl yapıp geçiştiriyorum soruyu ve cevaplarını. Sarhoşlar sarhoşluğuna, ben dalgınlığıma döneyim. Okey olmak mühim mi sanki a canım yani siz de hanımefendi ve beyefendiler! Mühim olan Bukowski'nin de dediği gibi "sigortalı bir iş karşılığında satılığa çıkardığım hayat enerjim." Hem İyi olmak ya da tamam olmak üstümde hiç durmayacak biliyorum nasılsa?

Sahi ben yine bir şey unuttum? 

Listeler, bardaklar, sarhoşlar, müzikler, bangır bangır kulağıma doğru gelen dj sesi, kahkahalar, üstüme sinmiş hiç tüketmeden beni sarhoş eden alkollerin kokusu. Ve cin ve kanaması durmuş parmağım. Yerli yerindeyse tüm düzen ve "hiçbir şey olmazlar..."


Saat geliyor. Sessizlik... "Sessizlik çok güzel" demiştim. Herşeyin susup köşesine çekilmesi, makinelerin, bardakların, kokuların, çöplerin bile. 

Mesai bitince önlüğü fırlatıyorum sepete. Parmağıma sinmiş cin kokusuyla, gülerek soruyorum ancak kendime herhangi bir cevap verme tenezzülünde bulunmadan, üstelik gözaltıları yorgunluk dolu bakışlarla: "Sahi neydi tamam olan Deniz?"

Ne önemi var a canım! mühim olan cin ve peçetenin kapattığı kesik...

00, 31