Arif.

Bir kez daha bozuyorum yeminimi, tövbe ettiğim kalemi bir kez daha elime alıyorum, cezam dünyaysa vücudum buna hazır, çocuklar babalarının kopyasıdır derler, Adem babamdan da bana kalan miras da bu işte.

Daha çözemedim Arif, sen ölmeyi nasıl başarabildin, bu bilinmezlik uykularımı kaçırıyor; denklemler, cebir, geometri, hiçbiri bu soruyu çözümleyemiyor. Hangi kapıyı çalsam bir şekilde yaşama çıkıyor sonuç, anlayamıyorum. Zaten matematikle aramda hiçbir zaman iyi olmadı, yalnız genel göreliliği iyi biliyorum, sana bir ara bahsederim.

Dayanamadım, gene buraya geldim Arif. Bu çatı katına, kırık dökük, yıllara meydan okuyan, kimsesiz evin çatı katına. İnsanlığımın yalnızca burada farkına vardığım çatı katına, kimsenin bilmediği dünyayla aramdaki bağı çözümleyemediğim çatı katına.

Bugün caddeler sessiz Arif, duraklar kimsesiz, bense düşünmekten kafayı yediğim yerdeyim.

Biliyor musun Arif, Allah canlılar arasından en son insanı yarattı. Neden? Bilinmez, yani biz dünyayı istila etmeye gönderilen bir virüsüz ve bu görevimizi çok iyi uyguluyoruz. Biz her şeyin sonunu getiren elmaya doğru koşuyoruz, yaşam insanı boğar mı Arif, boğuluyorum. Başarısızlığın, kendi olabilmenin, insanlığın dibine vurdum. Eskisi gibi değilim Arif, hiçbir çizgim kalmadı kırmızı olanlarından, gene de seni özlüyorum. Yani içimde bir yerlerde insanlık kırıntısı kaldıysa o da sensin. Bir kardeş, bir insan nasıl ölebilir Arif?

Seneler hiç durmadan geçiyor, onca yıl nasıl geçti ve belki de farkına varmadan onlarca yıl geçecek. Bir şeyleri atlıyoruz Arif, bu denklemde bir yanlışlık var, sürekli biz kaybediyoruz; bazen annemizi, bazen çocuğumuzu, bazen eşlerimizi... Hayata karşı hangi satranç ustası galip gelebilir ki? Hangi ressam çizebilir üzerinde asil kıyafetlerle ölümü yenen birini, bilinmez. İnsan nereden bilecek Arif kaybetmedikçe ölümün güzelliğini?