Selam. Aslında bu yazıyı yazıp yazmama konusunda çok kararsızdım. Yapılan bi' iyiliğin kesinlikle gizli yapılması taraftarıyım, hepinizin de böyle düşündüğünü düşünüyorum. Amacım kesinlikle gösteriş yapmak değil, sadece birisini mutlu ettiğinizde o mutluluğu başkalarıyla paylaşma hissini anlatmak istiyorum. Umarım yanlış anlamazsınız beni.

  

Birkaç gün önce Kızılay'da oturup dinlenirken bir kız geldi yanıma. Gördüğümde yedi-sekiz yaşlarında sandım, sorduğumda on bir dedi. On bir yaşında Suriyeli bir kız, geldi arkadaşım ve benden para istedi. İkimiz de tam bozuk para verecektik ki aklıma halini hatrını ve bu parayla ne yapcağını sormak geldi. "Ne yapcaksın bu parayla?" dediğimde, yemek alacağım, dedi. Karnın aç mı, diye sorduğumdaysa mahzun gözlerle başını salladı. Gel dedim, sana yemek alayım, vereceğim bir-iki liradan daha iyi olur diye düşündüm. Ankara'yı bilenler kafasında canlandıracaktır, annem ileride diyerek Demirköprü tarafını gösterdi. Ezan okununca beni almaya geliyor, paket yaptıralım dışarıda yiyeyim, dedi. Ben de biraz sohbet etme fırsatı olur diye tamam dedim. O sıra konuşmaya başladık, Suriye/Halep'ten savaş yüzünden kaçmışlar, iki sene önce gelmişler, iki senede çok akıcı şekilde Türkçe öğrenmiş Sabriye. Hayranlıkla dinledim anlattıklarını, Suriye'den kaçış hikayelerini. Diyarbakır üzerinden Ankara'ya gelmişler. Burada Ulus'ta 300 liraya bir evde kalıyorlarmış. Ev sahibi için delinin teki dedi. Başka Suriyelilerin eve gelmesine izin vermiyormuş. Babam mendil satıyor dedi, beş kardeşin en büyüğü Sabriye'ymiş. Bu arada Sabriye'yle oturup bu kadar sohbet ederken çevremde oturan insanların bakışları da dikkatimi çekmedi değil. Neyse, o yemeğini yerken bir teyze geldi, karnı açtı belli ki, patates kızartmasını ona vermek istedim. Sabriye'ye sordum veriyim mi diye, tabii dedi, anlamıştı kadının halinden. Ben hayatımda az gördüm bu kadar akıllı çocuklardan. Kardeşi gelip ona vurduğunda ben ona vurmam diyecek kadar büyütmüştü hayat onu belli ki. Gün boyu bir sürü kişi para veriyordu ona belki ama kaçı onunla konuşuyordu bilmiyorum. Bazen oluyor senin gibiler dedi. Ablam hafta sonları göçmen okulunda çocuklara Türkçe eğitimi veriyor, o okullardan bahsettim. Ben öğrenemem ki, dedi. On bir yaşına gelmiş ama hayatında hiç okula gitmemiş. Bak dedik; iki senede konuşmayı öğrenmişsin, artık yazmayı okumayı öğrenmen daha kolay ve sen kesinlikle öğrenirsin diyerek güven vermeye çalıştık. Ben yirmi iki yıldır bu ülkedeyim, hala doğru konuşamıyorum, sen benden bile iyi konuşuyorsun falan dedim. Ama aslında gitmeye vakti bile yoktu çünkü her gün orada eve para götürmek zorundaydı. Amacım sadece belki bir gün imkan bulursa gitmesine engel olacak özgüvensizliğini birazcık da olsa kırmaktı.


Hatıra olsun diye fotoğraf çekmek istedim, gözlerinin içiyle gülerek tamam dedi. Ama kamerayı açtığımda o suratını görmeniz lâzımdı. Hayatı resmen yüzüne yansımıştı. Az önce gülerek konuşan kız bir anda somurtmaya başladı. Gülsene birazcık dedim, azcık gülmeye çalıştı işte ne kadar gülünebilirse. Hafiften dişlerini görebiliyoruz en azından, bu da bir şey. Sabriye ve onun gibilerin gülümseyememesinin sebebi biz değiliz elbette ama gülümsemesinin sebebi biz olabiliriz. Neden olmayı tercih etmiyoruz? Neden onlar aslında yokmuş gibi davranıyoruz? Suratlarına bakmaya bile utanıyoruz bazen, ama onlar var, oradalar. Biz görmedikçe de var olmaya devam edecekler eminim.


Ben de duyuyorum çevremden, "gitsin ülkelerinde savaşsınlar buraya kaçacaklarına" laflarını. Bunu söyleyen insan ya iç savaşın ne olduğunu bilmiyor, ya da aptal. Siz bu savaşı I. Dünya Savaşı gibi başka ülkeler bizim ülkeye girecek, bizden de yine bir Atatürk çıkacak, onun etrafında birleşeceğiz ve savaşacağız sanıyorsunuz herhalde. Ama öyle olmuyor o işler. Yıllarca bize anlattıkları sağ-sol davasının daha fazla gruplaşmış ve silahlanmış halini düşünün. Savaşacak bir taraf bile bulamıyorsunuz çünkü bir tarafta diktatör, bir tarafta kafa kesen yobaz, bir tarafta kendi devletini kurmak isteyen bölücü etnik gruplar vs... Ne tarafta savaşacağını bile bilmeden bu insanlara nasıl "gidin ülkeniz için savaşın" diyorsunuz, ben de bunu anlamıyorum. Bu Araplar da salak ya, her şeye kanıyorlar diye genellemesi çok kolay. Ben de kızıyorum bizim devletin hepsini aramadan taramadan ülkeye sokmasına, ülkenin ortasında aç bırakmasına. Yardım elbette yapılmalı ama bu işin de bir yöntemi var. Devlet geçici süreliğine ben bakacağım deyip kendi bakmak yerine halkın ortasına attı bu insanları. Ve burada kızmanız gereken bu insanlar değil, bu savaşı çıkaranlardır. Bu insanların yardıma ihtiyacı var.


Size sesleniyorum: Farklı mezhepten diye öldürülen, yakılan, dışlanan Aleviler; farklı mezhepten diye sevdiği insana dahi kavuşamayan Sünniler, ülkesinde anadilinde şarkı söylemesi bile yasaklanan Kürtler, Avrupa'da ve dünyanın hemen hemen her yerinde geri kafalı, cahil, yobaz sanılan ve öyle davranılan Türkler, başı kapalı diye üniversitelere alınmayan kadınlar, dini inancı yok diye sürekli ezilmeye çalışılan ateistler, dinine fazla bağlı diye geri kafalı görülen muhafazakarlar, el ele tutuştu diye metroda dayak yiyen çiftler... Empati kurmak bu kadar zor mu? Hepimiz bir şekilde mahallemizde, şehrimizde, ülkemizde veya yurt dışında birileri tarafından dışlandık, istenmedik. Hepimizin mutlaka bir acısı var. Ve şimdi bu acıyı biz çektiriyoruz. Ben sadece Suriyelilerden bahsetmiyorum, yardıma ihtiyacı olan milyonlarca insan var. Ben bir tanesinin yüzünü güldürdüm diye on saatlik ayakta kalmanın topuk ağrısını unuttum. Korkmayın kardeşim o insanlardan, nasılsın diye sorun. O insanların paraya ihtiyacı olduğu kadar konuşmaya, anlaşılmaya da ihtiyacı var. Bir gün sonra yine Sabriye'nin yanına gittiğimizde yüzündeki şaşkınlığı ve mutluluğu her insanın görmesini istiyorum. Eve dönerken "Allah'ım bana daha çok yardım etmem için yardım et." diye dua edecek kadar mutlu ediyor insanı. Bu dünyayı çöp poşetlerinin içini açarak plastik kap ararken, kabın içindeki yoğurdu sokak kedisine veren adamın düşüncesi kurtaracak. Sadece azıcık o çok önemsediğiniz statünüzden ve paranızdan feragat etmeniz gerekiyor, hepsi bu. Görüşürüz.