Arsayı çevirmek için çit istiyorum. Üzerine tel örgü çekeceğim. Param artarsa elektrik bağlatırım. Çocuk da giremez, hayvan da bundan sonra. Birkaç yıl buralarda olamayacağım, yurt dışına gidiyorum, güveneceğim kimse yok, bu devirde güvenecek kimse de yok, arsama zarar gelmeyeceğinden emin olmalıyım. Gözüm arkada kalmayacak. İşlerimi halledip döndüğümde ortasına bir ev dikerim, birkaç da meyve ağacı. Kırk altı yaşımdayım, elliyi bulur emekliliğim, derdim kalmaz, inzivaya çekilir, öleceğim günü beklerim.  

Burası hem doğduğum hem doyduğum memleketin 184 kilometre dışında. Sakin ve ıssız bir yer. Çevresinde ev yok, sadece çobanlar gelir ara sıra. Bazen de yolunu aramayan berduşlar düşer, onlardan korkuyorum. Bir gün döndüğümde arsama çökmüş olmalarından korkuyorum. Jandarması yok buranın, devleti yok, kimse hakkımı gözetmez. Silah kullanmayı bilmem, cılız bir şeyim, dövmeye kalkamam, hastanelik ederler, kimse kimseye acımaz. Bir evsiz arsa sahibine hiç acımaz.  

Çit için tuttuğum usta, çok naz niyaz etti. Dağ başına ne diye çıkarsın diye bir ton laf... Nesli tükenmemiş hayvan efsanelerimi dinlemek zorunda kaldı, inandığını sanmıyorum, herhalde bana acıdığı için gelecek. Bir de para için tabii. Kasabanın iki katı ödeme yapacağım, yol yemek de benden. Yarın getireceğim, bugün hanımı rahatsızmış, çocuklara yemek yapacakmış. Yarın bitiririz, dedi. Bugünlük ustanın kasabasında misafirim, ucuz bir oda bulduk, tuttum. Kasaba halkı soğuk insanlar, buranın kışı sert geçermiş, usta nispeten iyi, benimle ilgilendi, yardım etti sağolsun. İkindi gibi çarşıya ineceğim, bildiği bir elektrikçi varmış, anlaşabilirsek bir sonraki güne işim hallolmuş olur. Ben de yoluma bakarım.  

Bu yaşta yurt dışına gitme fikri komşumdan çıktı. Bir gün oturuyorduk balkonumda, sohbet koyu, demlik bitmek üzere, dedi ki artık buralar sıktı, farklı yerler görelim ölmeden. Ciddiye almamıştım, farazi konuştuğumuzu sanıyordum, dağ görelim dedim. Ertesi gün biletleri ayırtmış, iki ay sonra yolcuyuz dedi. Tamam dedim, ses etmedim. Bir gün onun evindeydik, sucuk pişirmiş, kahvaltı yapıyoruz, geçen yıl bir arsa almıştın ne oldu ona dedim. Komşum alıp satar, işi bu. Duruyor şimdilik, birini bulduğum gibi vereceğim dedi, elimde kaldı. Biraz konuştuk canı sıkkınmış, arsanın göl gördüğünü söylemiş satıcı, bu da gidip bakmamış, zaten hep böyle çabuk inanır, görmeden satın almış. Geçen bir gideyim dedim, diyor. İn cin top oynuyor, ayaklarımı kıçıma vura vura döndüm. Üzülüyorum haline, bana versene diyorum. Acıdığımdan değil, ben şeytanın peygamberi gibi bir şeyim. Emekli olmaktan korkuyorum, toprağa ihtiyacım var diyorum. Çok mutlu olduğu için gerekçelerimi dinlediği yok, tatil öncesinde bu işi halledelim diyor. Tamam diyorum, sonraki günler çabuk geçiyor, tapuyu hallediyoruz. Arsayı görmeye gidiyorum, söylediği gibi, gölü görmüyor. Ama kokusunu alıyorum, kurbağaların seslerini dinliyorum. Emeklilik için uygun bir yer olduğunu düşünüyorum. Bir berduş, çocuk, hayvan ve çoban yok ortalıkta, ama çıkacaklar. Ne zaman çıkacaklarını kestirememekten ürküyorum. Burası evim olacaksa güven vadetmeli.  

Komşum tanıdığı bir ustaya yönlendiriyor beni, bu kasaba seni yalnız bırakmaz diyor. Arsadan kurtulduğu için mutlu, biletleri satın almış, benimkini elime tutuşturuyor, sen işlerini hallet, havaalanında buluşalım diyor. Tamam diyorum. Güneş batmak üzere. Dışarı çıkıyorum. Ustanın tarif ettiği dükkanı buluyorum. Dükkan kapalı, çevrede de soruşturabileceğim kimse yok, geç kaldım o halde diyerek odama dönüyorum. Uyuyamıyorum, sabahı beklemek zorluyor, çok kahve içiyorum. Kasabada karanlık erken çöküyor, insanlar neden bu kadar erken uyuyor anlamamak canımı sıkıyor. Güneş doğar doğmaz ustanın evine geliyorum. Arabanın motor sesine uyanıyor, hazırlanıyor, arsaya gidiyoruz. Sırtında çocuğu, elinde azık torbası, hanımı iyileşmemiş. Çitler arsanın ortasına bırakılmış, bizi bekliyor. Arsanın ormana bakan kısmına tel örgüleri üst üste yığmışlar. Usta, çocuğu sırtından indirmeden işe girişiyor. Bana vermesini teklif etsem de kabul etmiyor. Ormanın girişine ilerleyip bir ağacın altına çöküyorum. Ustayı izlerken göz kapaklarım ağırlaşıyor. 

Bebek ağlama seslerine uyanıyorum. İnce bir ses türkü mırıldanıyor, arada şşş diyor bebeğine. Gözlerimi açıyorum. Usta az ötemdeki bir ağacın altında, bebesini kucağına almış, gözleri yaşlı, susturamadığı için üzgün görünüyor. Beni fark etmesi için esnemeye başlıyorum. Usta başını kaldırıp yaşlarını ve alnında birikmiş emeğini kuruluyor. Aç mısın diye soruyor bana, yanındaki azığı işaret ediyor. İşin bitti mi diye soruyorum, evet diyor, bakabilirsiniz. Gerek yok gidelim diyorum, arsanın yanından geçerken çaktırmadan çitlere bakıyorum, doğrusu iyi iş çıkarmış. Eli de çabuk, güneş batmadan bitirmiş işi. Kasabaya dönüyoruz, evine bırakırken ödemesini yapıyorum, biraz fazla veriyorum parayı, gerek yok diyor. Senin için değil, yarın elektrikçiye ver, yolu tarif et diyorum. Tamam diyor, ses etmiyor. Çocuğu da susmuş, yol onu uyutmuş. Hanımına selamlar, diyerek havaalanının yolunu tutuyorum. Burada bir gün daha kalmak istemiyorum. Uçak pisti kasaba ve şehrin ortasında. Bir dağın yamacına kurulmuş. Gideceğim dağ daha mı güzel, merak ediyorum. Arabada sabahlıyorum, uyuyorum bu sefer. Sefer saati yaklaşırken arabanın anahtarını kontak üstünde bırakıp bavulumu alıyorum. Geldiğimde burada olursa ne ala, olmasa da olur, bir emekliyi araba ne yapsın?  

Komşum ortalıkta görünmüyor, telefon ediyorum, kapalı. Herhalde uçağa bindi ve uçak moduna aldı diyorum ve ben de biniş yapıyorum. Koltuklarımız yan yana değil, zor bulmuş yer. Meğer herkes bu dağı merak ediyormuş. Artık şehirde buluşuruz diyorum ve aramaya girişmiyorum, yerime geçiyorum. Ben pencere kenarındayım, yanımda yaşlı bir teyze var, dilimi bilmiyor. Yanındaki koltuk boş. Uçak on beş dakika rötarla kalkıyor. Dağın çevresinde bir tur atıyoruz. Uçak yükselirken ormanı, göğü ve boş araziyi seyrediyorum. Gözüme çitlerle çevrilmiş bir arsa takılıyor. Hangi züğürdün işi bu, diyor teyze, kendi dilinde. Boynunu yükseltmiş, dibime girmiş omzuma çarpıyor. Cevap vermiyorum. 

Arsamı izlemeye devam ediyorum. Bir koyun sürüsü otlanıyor, başında çobanları yok. Ormandan çıkmışlar, yabani oldukları belli. Ormanın öte takasında göl var. Büyükçe bir şapka takmış birini seçiyor gözlerim, elinde oltası var, gölün kenarına oturmuş. Kim bu berduş diye düşünüp irkiliyorum. Ormanı geçip arsama girme ihtimali beni korkutuyor. Elektrikçinin hemen gelip işi bitirmesini diliyorum. Ben gergince dışarıya bakıp dudaklarımı kemirirken, uçak kasaba sınırlarını geçiyor. Yanımdaki teyze başını omzuma koymuş, horluyor. Az sonra bir hostes gelip sessizce ihtiyacım olup olmadığını soruyor. Komşumun ismini veriyorum, çok yalnızım beni hemen bulsun. Hostes hızla uzaklaşıyor. Pilot kabinine yöneliyor. Duyuru yapıyorlar, dırıtıı dırıı dırııt, kaptan pilot sesleniyor, arkadaşınızı bulun, kaybolmuş. Bir kargaşa oluyor, dırıtıı dırıı’nın sesini duyuyorum. İçimi bir huzur kaplıyor. Beni görebilmesi için ayaklanıyorum, bu sırada teyze uyanıyor. Kendi dilinde küfürler mırıldanıyor. Ona dönüp sus diyorum, gideceğim sabret. Teyze susuyor, komşum ismimi söylüyor, hostesle birlikte koridorun başında görünüyorlar. Hızlı adımlarla yanıma geliyor. Sahipsiz kalmış koltuğa oturuyor. Mecbur ben de oturmak zorunda kalıyorum. Teyze hala küfrediyor. Komşum, yatışması için elini tutup onun dilinde özür diliyor. Bu uzatmalara sabredemeyip patlıyorum; beni neden aramadığını, ne halt yediğini soruyorum. Bana balıkçıyı gördüğünü söylüyor. Ormanı ve sürüyü anlatıyorum. Bu komşumu biraz olsun rahatlatıyor. Yolculuğun devamında sessiz kalıyoruz. Teyze dırıtıı’nın omzunda uyuyor. İndiğimizde gece çökmüş oluyor, niyetimiz olan dağı göremiyoruz. Dırıtıı yol arkadaşını sırtına çıkarmış, uyandırmaya korkuyor. Havaalanında sabahlamaya karar veriyoruz. Beni uyku tutmuyor, devriyeye çıkıyorum. Emekliliğimi nasıl erkene alabilirim diye düşünüp duruyorum gece boyu. Buradaki tatilimi bir an önce bitirip arsama dönmek istiyorum. Güneş doğarken teyze ve komşum uyanıyor. Birer kahve ısmarlıyorum. Teyze evini tarif ediyor, onu evine bırakıyoruz, gece uyumak için gelebileceğimizi söylüyor, ama ikiden önce gelmeyin, torunlarım geç uyur. Bavullarımızı ona teslim edip, şehri gezmeye çıkıyoruz. İnsanları sıcak, iklimi ılımanmış, turistlere saygıda kusur etmiyorlar. Ancak bu yakınlık onların sesini yükseltmiş, ha bire birbirlerine bağırıp çağırıyor, ilgi ve alakalarını böyle gösteriyorlar. Gürültü canımızı sıkıyor, biz yaşlandık. Dağı görmemiz gerekiyor. Bir taksi tutuyoruz. Gideceğimiz yol çok uzunmuş, kestirmemizi tavsiye eden taksiciyi dinliyoruz. Bir sarsıntıyla uyanıyorum. Arabanın çamura saplandığını öğreniyorum. Komşumu uyandırıyorum ve yolumuza yaya devam etmeye karar veriyoruz. Dağ diğer dağlar gibi, bir farkı yok. Sadece çok kuş var, tepemizde ötüp duruyor. Şehre göre serin, toprağı elverişsiz, çalılık dışında bitki yok. Yılan ve kurbağa sesleri duyuyoruz, kuşların tepesinde güneş.  

Zirveye çıktığımızda dinlenmek üzere uzanıyoruz. Nihayet tatil başladı diyorum, ama çok uzatmayalım emekli olmak istiyorum. Komşum anlayışla başını sallıyor. Biraz göğü izleyip, kuşları dinliyoruz. Uyku bastırıyor, ayaklanmaya karar veriyoruz. Gece çökecek ve biz ıssız bir yerdeyiz. Çite ihtiyacımız var etrafta dal bile yok. Endişeyle komşuma dönüyorum. Tüm bunları nasıl düşünmediğimizi bağıra çağıra sormak istiyorum. O kadar sinirliyim ki komşumu göremiyorum. Dırıtıı dırıı diye bağırıyorum, ses yok. Dırıtıı dırıı dırııt!  

Efendim diyor arkadaşım, yeter artık. Ayaklarımın dibinde cansız bedenini görüyorum. Son kıpırdanışları bunlar. Hızla uzaklaşan çıngırak sesini işitiyorum. Her şeyi anladığımda çok geç oluyor. Havaalanına dönüp bu şehri terk etmek istiyorum. Ancak önce geceyi atlatmam gerek. Son gecem olduğunu söylüyorum. Cesedin yanına uzanıp, arsama kuracağım evi düşlüyorum. Henüz emekli değilim, arabamın fark edilmemiş olmasını umuyorum.