Nihai karar senin elbette.

Sen de benimsin

Demek isterdim.

Kapıyı kapatıp zahmet etme.

Gelen ziyanı görsün.

Gidebilirsin.


Bizi ayırabilecek hiçbir şeyin olmadığına inandığım anlardan birisi de ayrıldığımız andı. Hani gözün sadece bakakaldığı, elli üç numara bir çekiçle yere çakılan trapez çivi gibi sabit kaldığı o an. "Neden?" sorusunu sormaya bile cüret edemez insan. Somunun gevşediği anda dünyada yoksun artık.

Çöpten daha değersiz, çöpü toplayan eller gibi onurlu ve artık adı seninle bütünleşmiş birine genelleyerek hitap etmek, kendi ismiyle seslenmek, ayakkabı numarasını dahi bildiğin insanın ilk kez o kadar büyük adımlar atarak senden uzaklaşmasını izlemek... Anlatılmaz, yaşanır.


-Yaşadım, anlatıyorum. Dinleyin.


O kadar acıyı, o sadece artık başkasının olacak diye çekmiyorsunuz. Düşünün. Bir yangın var, cayır cayır yanıyor oda veya park veya şehir. Su yok. Yardım edebilecek kimse yok. Elini uzatacak kimse yok. Çünkü siz, ondan başka kimsenin elini düşünmediniz. Ama çok sonraları anlıyorsunuz ki sizi bu hale ondan başka kimse de düşürmedi. Yanan sadece kendin de değilsin. Anılar, hatıralar, yaşanmışlıklar... Uyandığında bir bakacaksın, kendinde değilmişsin.

Artık sizin olmadığını söylerken onun yüzüne bakmamak için o ana kadar dikkat etmediğiniz ne kadar saçma ayrıntı varsa hepsine takılıyor insan. Suret, aslını aşar. Gözleriniz buğulanır ama ağlamak gereksiz. Gözünün rengine olan saygıdan ötürü iki eliniz önünüzde bağlı bir ceket varsa iliklersiniz düğmelerini. Birazdan kalkıp gidecek ve siz dünyanın en acı ödülüne layık görüleceksiniz.


Aranızdaki bağ,

Ayağınız yerden,

En ağır fatura,

Kiminlesin diye sorulduğunda onu gösterdiğiniz parmak,

Ve

İçinizde bir yer kesilecek.

Kanayacaksınız.

Arter veya atardamar.

Ne fark eder?