Günlük yürüyüşümün sırasında kulaklıkta sözleri giren o şarkı ayaklarımın altında ki bütün asfaltı yok etme hissiyatı doğurdu içimde. Bazı şarkılar o kadar var oldukları ana aitler ki aradan geçen hiç bir zaman normalleştirmeye yetmiyor. Üstüne üstlük üzerine eklenen yeni anılar olsa bile hissettirdikleri duvara çivilenmiş gibi hep orada kalmaya devam ediyor.

Sonra kafamı göğe kaldırdım ve aşamadıklarımı düşünmeye başladım. Kulaklarımda çalan şarkı aşamadığım her şeyi, kapatamadığım bütün sayfaları yüzüme vuruyordu. Neden aşamadığımı sordum kendime. İçimde bir çığlık koptu, hiç yüzleşmek istemedin çünkü. Neden sürekli yürüdüğünü unutmuşsun dedi kafamın içinde ki cesur ses. Sonra minik minik yürüyüşlerim geldi aklıma. Aşamadığım her anı, ayaklarımın altında ki asfalta gömmeye başlamışım. Bunu ilk ne zaman yaptığımı hatırladım...

Sıcak bir yaz günüydü, o kadar çok düşünmüştüm ki uyku tutmamıştı. Sıcak havalarda büyüyen biri olarak çaresizliğin ve nem bombasının içinde yaşamanın neye benzediğini tarif etmeye çalışmayacağım. Bende yürümeye karar verdim çünkü ne kadar çok yürürsem, o kadar yorulacaktım. Eve geldiğimde uzun zaman sonra ilk deliksiz uykumu uyumuştum. O günden sonra içimde sindiremediğim her şeyi uzun yürüyüşlerle saklamak, adımlarımın arasında toprağa gömmek istedim. Şehir değiştirmeme rağmen alışkanlık haline gelen yürüyüşlerim benimle birlikte gelmişti. Bir yerden sonra sağlıklı hayatın anahtarı gibi geldiği için bırakamamıştım. Peki ya aşamadıklarım sahiden adımların arasında toprağa gömülmüş müydü?

Sürekli internette dönüp duran popüler sorulardan biri haline gelmişti dinlediğim şarkılar, döndüğüm sokaklar, baktığım yüzler ve birbirine dolanan adımlarım; tek bir ağızdan aşabildin mi diye soruyorlardı bana?

Hayatlarımızda tam olarak aştığımız noktayı nasıl anlarız? Veya sınırı aştığımızı. Aşmak... Arşınlamak... Tıkanıp kaldığın o noktada ilk olarak sınırı aşmak. Sınırları aştığın zaman asla duramamak. Duramadığın her yerde ayaklarına dolanan belanın omuzlarına yük misali binerek bedenini ağırlaştırdığı o ana aitti. Eğer aşamama hali devam ederse bu sefer yüzüne geçmişine ait izler bırakıyordu; adına kırışıklık veya beyaz deniyordu. Sen aşamadıkça; arşınlanıyordu eskinin dertleri. İşte o zaman anlıyordu insan kendi küçük dünyasının ne kadar boğucu olduğunu ve dünyanın da sandığından çok daha büyük olduğunu.