sönük zehrini kokladım saçlarının

öylece durup bana bakıyordun yağmurun altında

yaralar yaşardı ellerimde

sen ellerimi bırakmazdın hiç

"en güzel yaralara" der vururduk buğulu kadehi!

gülüşümdeki dikişlere aldırmadan

öperdin dudaklarımdan!

ölüm dansına davet ederdin

daha kaç kez ölecek olan bedenimi

ve ölürdük beraber, korkusuzca!

korkuluğundum senin!

ölümündüm senin, en güzel yarandım

korkma derdim, ellerim ellerini bırakmayacak...

gece olur, yalnızlık oda dolusu ağlardı

aşıktık, belki de kanmıştık yüzümüzdeki yaralara

ama kanamıştık kan gölünün ortasında!

süzülmüştük yerin dibindeki gökyüzüne doğru...

yalnızdık, yıllanan şaraplar gibiydik

duvara kendini asan bir tablo kadar yalnızdık!

seninle, ruhum dans eder, ertelerdik ölümü

yaşamak vücut bulurdu

her gün kendini asan ruhumuzda!

sen giderdin, şiirler ölüme doğardı!

ölümün içine doğru ölürdü şu beden!

sen, her gece bana bakardın kalabalıkça

dudaklarımı unuttukça

anımsamazdım yüzünü

gözlerimde aniden hayat bulan ruhtun!

ellerim titrer oldu, seni kana buladıkça

çok sessiz, çok!

üvey çığlıklar, yokluğun kadar sessiz

silüetim kararıyor

bedenim bir ceset

elinde kurumuş çiçekler

bakıyor suratının parçacıklarına

sana gelemiyorum

tamamlayamıyorum seni yeniden

seni son görüşümü

gözlerimin karanlığında kaybediyorum!

günler, karanlıklar geçtikçe

derinlerden senfoniler saplanır çürük bedenime

duydukça çığlığını, yokluğunu kanattıkça

yüzünü dikiyorum, yeniden

ben her gece senin yüzünü dikiyorum

kan gölünün parçalarıyla!

sana bir ad koymadım

artık kar yağmıyor