"Yarı tanrı Peleus ile su tanrıçası Thetis'in Brad Pitt'e benzeyen bir oğulları olmuş ve Thetis onu ölümsüzlük nehri Styx'te yıkamıştı. Fakat ufak bir ayrıntı vardı, Thetis'in bu suya değmemesi gerekiyordu. Bu yüzden Akhilleus'un sol topuğu ıslanamamıştı. Aradan yıllar geçmişti ve dünyanın gördüğü en büyük savaşçı olmuştu bu çocuk. Ölümsüzlüğü dillere destandı fakat Truva'da Paris'in attığı ok ne yazık ki sol topuğunu delmişti. Oracıkta hemen can vermişti böylece Akhilleus."


Dünyamıza bir zamanlar hakim olan dinler çoğunlukla politeistik dinlerdi. En meşhur olanları Yunan, Roma, Mısır, İskandinav ve Pers dinleriydi. Bu kadar meşhur olmalarının altında yüzlerce sebep bulabiliriz belki ama kayıt tutma kültürü ve birbirleri arasındaki etkileşim bunların en önemli kısımlarını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ticari ilişkiler ne kadar artarsa tanrıların benzerliği de o kadar artmıştır. Bu yüzdendir ki Mısır ve Yunan mitolojilerindeki tanrılar güç bakımından birbirne çok benzer duruma gelmişlerdir. Üstelik isimlerini biraz değiştirerek tanrı/tanrıça alışverişleri bile yapmışlardır aralarında. Yani genel olarak diğer dinlerin tanrılarına karşı hoşgörülü olmuşlar ve gerekirse kendilerine almış, gerekirse de farklı diyarda farklı adı olan kendi tanrılarıymış gibi davranmışlardır.


Aralarında en popüler olan mitoloji ise her zaman Yunan mitolojisi olmuştur. Hem helenistik kültürün Büyük İskender ve Roma Cumhuriyeti/İmparatorluğu sayesinde çokça yayılmasıyla hem de çok geniş ve kapsamlı bir mitoloji ağı oluşturabilmeleriyle mümkün olmuştur bu durum. Peki medeniyetin beşiği denilen Antik Yunan şehirleri bunu nasıl başardı? Bu durumun çok uzun yıllar ve çok fazla savaş sonucunda olduğunu mitolojideki efsaneleri incelediğimizde görebiliyoruz. Burada şöyle bir soru sormalıyız: "Nasıl yani bütün o kahramanlar uydurma mıydı, hiçbir zaman yaşamadılar mı?". Bunun cevabını Büyük İskender'in Pers diyarına yanında götürdüğü filozof Anaksarkhos'tan dinleyelim.


"Anaksarkos sözü İskender'in başarılarına getirmişti. Tıpkı Herakles gibi Makedon kralı da Zeus'un oğluydu, ne var ki İskender'in başarıları, diye sürdürdü filozof, üvey kardeşinin üstesinden geldiği on iki işin başarısından çok daha üstündü. Dolayısıyla bundan böyle Asya kralının önünde eğilmek doğru olmaz mıydı? Persler zaten yapıyordu bunu, gerçi Avrupalılar da tanrıları önünde eğiliyorlardı, dahası Zeus'un oğluna o öldükten sonra tapınılacağı kesin bir gerçekti. En doğrusu, bu şerefe nail olmasını henüz o hayattayken sağlamak yerinde olmaz mıydı?" (Jona lendering, Büyük İskender, 305)


Bu alıntıdan anlamamız gereken kısım, Yunanlar bir insan hayattayken kahramansa veya önemli bir hayata sahip olmuşsa, öldükten sonra onu tanrılık veya yarı tanrılık ile şereflendiriyorlardı. Yani, yarı Tanrı veya Tanrı olarak tapınılan kahramanların birçoğu büyük ihtimalle gerçekten yaşamış insanlardı. Muhtemelen Akhilleus da bu şerefe nail olmuş kahraman bir savaşçıydı. O topuğundan vurulup hemen ölen bir insandı. Öyle bir şey mümkün müydü?


Bir insanın topuğundan vurulduğunda ölme ihtimalini bir göz önünde bulundurun. Herhangi bir uzvunuzdan yaralandığınızda ölmeniz için ya bol miktarda kan kaybetmeniz ya da enfeksiyon kapmanız gerekir. Bu ikisi için de uzunca bir süre gerekir. Ayrıca Büyük İskender’in Gazze fethi sonrası Babilli Batis’in topuğundan ip geçirip daha canlıyken atlarla sürüklediğini biliyoruz. Yani, topuk yaraları çok ölümcül değildi. Peki, Akhilleus’a ne oldu? 


-Bir ihtimal- Akhilleus savaşlardan savaşlara koşan, çok başarılı bir askerdi. O kadar başarılıydı ki kendisi yara bile almadan savaşlar biterdi. Ünü diyar diyar geziyor ve düşmana korku salıyordu. Öldürülemez veya ölümsüz olduğuna inanan insan sayısı hiç de az değildi. Fakat Truva Savaş'ında bekliyordu ecel. Bir elinde kılıç diğer elinde kalkan Truva'ya saldıran Akhilleus'un sol topuğuna bir ok saplandı ve yere düştü. Gardı inmiş ve acı içinde kıvranan Akhilleus'un üstüne bir anda askerler toplandılar ve onu orada kılıçtan geçirdiler. Ölümsüz savaşçı böylece öldü. Akhilleus için önce "Eğer topuğundan vurulup yere düşmese yine yara bile almadan savaştan çıkardı." dediler. Sonra "Topuğundan vurulmasaydı öldüremezlerdi." dendi. Üçüncü kulak konuştuğundaysa ağzından şu sözcükler döküldü "Topuğundan vurulunca öldü.". Kulaktan kulağa oyunu bu haliyle son buldu. Tabii ki yıllarca ölümsüzlüğüyle nam salmış bir kahraman yarı Tanrı olmayı hakediyordu. O artık sadece topuğundan vurulunca ölebilen bir efsaneye dönüştü. 


Aşil'in topuğu, Akhilleus ile değil; onun ölümüyle doğmuştu.