Bak şunca yıldır aklım selim. Falanca yıldır rüzgarda şarkılar, bulutlarda şekiller, geceleri boş duvarlarda anılar gören sıradan bir insanım. Her şeyi bir yere koydum, kestim kırptım kırdım ama koydum. Bir tek hissetmek ayakta kaldı. Nedeni yok, cevabı yok, kılıfı kalıbı yok.O yaşadığımız rüya gibi anlar ve felaketler yalnızca eylemlerimizin dünyadaki bedeni. Hissetmek ve kalakalmak literatürde olmasa da gerçek hayatta aynı şey. Öfkeyi hissetmek, ellerinle bir otobüsü parçalayabileceğine ikna eder insanı. Kendisinden haberi bile olmayan devranı döndürebileceğine veya intikam alarak mutlu olabileceğine. Hüznü hissetmek, sanatkâr yapabilir mesela. Dünyadaki en ve tek önemli şeyi icra ettirir. Yeterince mutsuz ve suskun olmuşsa bir insan kalem de konuşur saz da. Aşk mesela.. neler yaptırabileceğini değil de yaptıramayacağını saymak gerek. İntikamı, sanatı, yaşatmayı, ölmeyi diye uzuyor da liste tek bir şeye gücü yetmiyor. Mutlu bitmeye. Bir cam fanusa kapatıp kırılmasın diye gözünüz gibi baksanız bile bir gün cam fanusun var olma süresi bitiyor. Yine anadan üryan ve ölü doğuyor aşk. Bu dünyada en güçlü ve tek sonunu bilen  his olarak aşk, yaşayacağı fırtınayı bildiği için bir sessizlik ve donma haliyle başlıyor. Sadece gözlerinizi kapatın ve sizin hikayeniz olan o kişiyi ilk gördüğünüz an anlam veremediğiniz soğukluğu, sessizliği ve kalakalmayı hatırlayın. Hiç kırılmamış kalplerin bile aynı tepkiyi vermesi aşkın sonunu bildiğinin en güzel kanıtı. Buna rağmen uzatılan el. İşte bu yaşamak. Hissetmenin dünyadaki uzvu olarak bir el, iki beden, tek bir ortak acıyı tattığı için eş olabilmek. Ve en nihayetinde bütün savaşların, filmlerin, kitapların ve yaşamın başlangıcı olarak aşk.