1.Bölüm

Fazla anlamlı hayatlar hayalindeki sıradan insanlarız belki de.

İnsanlara dair boylarından büyük beklentilerim olurdu benim. Oysa karşımdaki kişi bunun farkında dahi olmazdı. Bir haftadır her bindiğim otobüste, okulda geçen hafta denk geldiğim, adını dahi bilmediğim o çocuğu arıyordu gözlerim. Bana görüşürüz demişti sonuçta illa görüşmemiz gerekmiş gibi arıyordum onu. Sanki sadece benim hayalimde yaşamış birisi gibiydi. Ona bu kadar anlam yükleyecek ne vardı diyorum kaç gündür kendime ama bir cevap bulamıyorum. Sanki yarım kalmış bir sohbeti tamamlamamız gerekiyordu onunla. Hayatımda her şey tamamdı da bir onunla olan sohbetimiz yarımmış gibi…

“Yine dalıp gitmişsin Leyla.”

Yanıma oturan Ertuğrul’un sesiyle daldığım derin düşüncelerimden yerimden sıçrayarak ayrıldım. Bu kadar derin düşüncelerden sıradan hayata dönüşte bir anda böyle büyük tepkilerle oluyordu.

Beden dersindeydik ve hoca herkesi serbest bırakmıştı ben de yine kendimi insanlardan soyutlayıp bir bankta derin düşüncelere dalmıştım. Sınıfın erkekleri spor salonunda basketbol maçı yapıyor kızların da bazıları sohbet ediyor bazıları da voleybol maçı yapıyorlardı.

“Öyle olmuş biraz.”

“Bu kadar derin ne düşünüyorsun? Bir şey yok, değil mi?”

Gülümsedim. Sanki var desem bana yardım edebilecekti. İnsanların bazen böyle beyhude soruları olabiliyordu. Ben de bu beyhude soruları geçiştirme konusunda profesyonelleşmiştim.

“Yok yok. Merak etme. Hayırdır sen basketbol oynamıyor musun?”

“Biraz oynadım da yoruldum. Dün akşam arkadaşlarla halı sahada yaptık orada fazla yorulmuşum.”

“Anladım.” deyip gülümseyerek sustum. Uzun uzun sözün kıyısında sustuk. Suskunluğumuzu zil sesinin ardından bahçeye inen kalabalık ve yanımıza gelen Selim böldü.

“Oğlum sen niye çıktın maçtan? Senin yüzünden yenildik.” diye Ertuğrul’a sitem etti gelir gelmez.

Selim fazla hırslı bir çocuktu. Eğlencesine yapılan bir maçta bile en büyük amacı eğlenmek yerine kazanmaktı. Şu anda da fazla hırs yaptığı, yüzünden belli oluyordu. Beden derslerinde bile maç yaparken bazen karşı takımdaki kişiye atar giden yapıp üstüne yürümüşlüğü vardı. Ne vardı ki bu kadar hırs yapacak? Pek anlayamıyordum bu erkekleri.

“Kanka dün halı sahada fazla yorulmuşum. Baklavasına iddiaya girince fazla hırs yaptım.”

“Ama harbi güzel yendik lan. Baklavalar da süperdi.”

Şu an ben neden bu sohbeti dinliyorum diye ufak bir sorgulamanın ardından Selim benim oradaki varlığımı yeni fark etmiş olacak ki dönüp bana laf attı.

“Ooo Leyla, seni gören cennetlik, nerelerdesin?”

“Buralardayım aslında ama...”

“Ne bileyim ben bayadır seni görmüyorum.”

“Kendi kendime kalmayı seviyorum bu aralar sadece.”

“Hm, anladım.”

Anladın demek, neyini anladın mesela? Anladım kelimesini bazen o kadar çok içi boşaltılmış bir şekilde kullanıyoruz ki karşımızdakinin yaşadıklarından bihaberiz ama anladım diyoruz. Anlamak cidden bu kadar kolay mı? Yoksa ben mi insanları anlayamayan, anlayışsızın birisiyim.

“Neyse kanka biz şuradaki banka geçelim.” diye yanımızdaki bankı gösterdi Ertuğrul, Selim’e. Bana döndü. “Görüşürüz Leyla.”

“Görüşürüz.”

Bir süre daha orada oturup etrafındakileri izledikten sonra spor salonuna kızların yanına gitmeye karar verdim. Tamam, yalnızlığı seviyor olabilirdim, hatta bu sıralar yalnızlığıma fazlasıyla düşkündüm ama benim de sosyalleşmeye, öylesine sohbetlere dahil olmaya ihtiyacım vardı.

Spor salonuna doğru yöneldiğimde Selim, Ertuğrul ve yanlarında tanımadığım iki erkekle hareketli bir sohbetin içindeydiler. Tam önlerinden geçerken tanımadığım kişilerden biriyle göz göze geldim ve şaşırıp kalakaldım bir an. Bir haftadır gözlerimin aradığı, otobüs beklerken sohbet ettiğim çocuktu. Acaba beni hatırlamış mıydı? Hatırlaması gerekiyor muydu? O da bir haftadır okulda beni aramış mıydı mesela? Ah benim pireyi deve yapışlarım... Karanlıklarda ufacık bir mumla dünyaya ışık saçma hevesim… Bir gün yorulmaz mısın? Ama doğru, bu dünyanın bana ve benim gibilere de ihtiyacı vardı.

Biz göz göze gelince ne dünya durdu ne insanlar mutluluk marşları söylemeye başladı. Zaman yine aktı, saniyeler dur durak bilmeden dakikalarla olan savaşına devam etti. Fazla anlamlar yüklesek de hayatımıza, bizler sıradan yaşamların çocuklarıyız.

Spor salonuna girdiğimde Ahsen ve Aslı tribünde oturmuş derin bir sohbetin içindeydiler.

“Mevzu derin galiba kızlar.” diyerek yanlarına oturdum.

Benim gelmemle bir anda Ahsen duraksadı.

“Evet baya derin mevzu. Sana da anlatmak istiyordum dur baştan anlatayım.” Anlatacağı konunun heyecanı sesine bile yansımıştı. Fazla heyecanlıydı, içi kıpır kıpırdı. “Biz Selim ile sevgili olduk.”

“Ne!?” Bir anda konuya bodoslama dalmasıyla şok olmuştum.

Ahsen bana 9. sınıfın sonunda Selim’e olan hislerinden bahsetmişti. Tabii Selim soğuk ve sinirli bir yapıya sahip olduğundan dolayı duygularını onunla paylaşmaktan çekiniyordu. Aramızda duygusal olarak bir şey olmasa da en azından arkadaş kalalım diyerek duygularını gizlemeye çabalıyordu ama onu sevdiği her halinden belli oluyordu, şimdi de gözlerinden okunduğu gibi.

“Nasıl oldu?” diye sordum merakla. Olayı bilen yanımızdaki Aslı eline telefonunu alıp onunla uğraşmaya başladı.

“Şöyle oldu. 9. sınıfın son zamanları falan zaten arada konuşuyorduk, buluşup bir şeyler yapıyorduk. Yazın baya her gün mesajlaşıyorduk. Sonra ben Selim'e karşı duygularımı azıcık belli ettim yanlışlıkla, onu kıskandım, trip attım gibi bir şeyler oldu. Sonra işte Selim’i biliyorsun, sert çocuk ya beyefendi, sana ne oluyor falan demeye başladı. Tabii ben de durur muyum, doğru bana hiçbir şey olmuyor, ben kimim ki falan deyip atar yaptım ve konuşmayalım dedim. 2 ay konuşmadık. Hani dedim artık olacağı varsa da olmaz bundan sonra. Tabi biliyor benim sinirimi ne o yazdı ne ben. Sonra destan gibi bir özür ve doğum günü mesajı attı doğum günümde. Tabii mesaj falan hoşuma gitti ama ben hala sinirliydim, mesafeli davrandım. Buluşalım, bu aramızdaki küslüğü halledelim dedi ama ben hala naz yapıyordum, işim var falan dedim bana yazdığında. Bir gün çamaşır asıyordum, bir baktım mesaj atmış "Sizin evin karşısındaki parktayım konuşabilir miyiz?" diye. O sırada babam evde çocuğun yazdığı mesaja bak. Dedim bu kadar süründürdüğün yeter çocuğu, git görüş Ahsen. Her neyse, işte o gün biraz yürüdük, konuştuk gönlümü almayı başardı. Sonra geçen hafta da yanıma oturdu ve "Ben öyle süslü cümleler edemem kızım, seviyorum seni." dedi. Ve başladı hikayemiz. O sert mizaçlı çocuğun benim için atan pamuk gibi bir kalbi varmış. Biliyor musun, o da beni 9. sınıftan beri seviyormuş ama ben ona bakmam diye duygularını benimle paylaşmak istememiş.”

“Ne sevdalar varmış be…Yanlış anlama ama Selim kim aşk kim derdim ben. Şaşırdım bayağı ve mutlu oldum senin adına.”

“Doğrusu beni sevdiğini söyleyene kadar ben de öyle düşünürdüm onun hakkında.”

İkimiz de kahkahayı bastık Ahsen’in cümlesiyle.

O sırada yanımızdaki varlığını unuttuğum Aslı elindeki telefonu gülerek kapattı ve bize döndü.

“Eniştenizle çıkışta buluşuyoruz.”

Ahsen ve ben şaşkın gözlerle Aslı’ya baktık.

“Yani ne öyle bön bön, far görmüş tavşan gibi bakıyorsunuz. Üst sınıftaki çocuk vardı ya, ondan bahsediyorum. Daha tam enişteniz değil ama olacak yakında.”

Hangisinin anlattığı gerçek sevgiydi? Sevdiğini anlatırken gözlerinin içi parlayan, onunla ilgili her kelimeyi özenle seçen Ahsen’in sevgisi mi yoksa sevdiği kişiden öylesine biriymiş gibi bahsettiğinin farkında olmayan gözlerinde ufacık bir parıltı esemesi bile olmayan Aslı’nın sevgisi mi? Benim gönlüm nasıl bir sevdaya talipti mesela? Fazla anlamlar sığdırmaya çalıştım ama sıradan bir hayatın içinde sıkışıp kalmış insanlardık belki de bizler. Başkalarının sevdalarından kalma öylesine moda sevdalara taliptik. Kendi sevdamızı bekleyecek ne sabrımız ne de yüreğimiz kalmıştı. Sevgilerimiz saflığını yitirdi mi? Kara borsadan saf bir sevgi bulamaz mıydık kendimize?

“Bekleyip göreceğiz kanka.” dedi Ahsen bu çocuğun da Aslı’nın âşık olduğunu sandığı erkeklerden birisi olduğunu ve birkaç aya tarih olacağını o da biliyordu içten içe.

“Olacak olacak, bu sefer farklı. Neyse ben bir sınıfa çıkacağım.” deyip ayaklandı Aslı. Ardından bize döndü. “Pişt. Ahsen, seninki geliyor.” dedi ve gitti.

Selim ve Ertuğrul, bahçede yanlarında gördüğüm oğlanlarla birlikte spor salonuna girdi. Ahsen’in gözlerinde çiçekler açmıştı sanki öyle hayran hayran bakıyordu sevdiğine. Selim, bizim olduğumuz tarafa bakıp gülümsedi ve bizim yanımıza geldi. Üstündeki hırkayı ve kolundaki saati çıkarıp Ahsen'e verdi.

“Biz maç yapacağız. Bunlar sana emanet ve tabii bir de kalbim.”

Selim’in iltifatıyla ne diyeceğini bilemedi bir anda Ahsen ve sonra “Tamam emanetlerin bende güvende.” diyebildi.

Aşk bazen de insanı mutluluktan söyleyecek söz bulamayacak bir noktaya getirebiliyordu galiba. Benimkisi sadece aşk üzerine bir tahmindi. Tanımadığım bilmediğim hislerdendi bunlar.

“Biliyorum.” deyip hızla sahaya indi.

Bir süre Ahsen ile sahadaki erkeklerin basketbol oynayışlarını izledik. Ahsen’in gözleri sevdiğindeydi tabii. Ben bir süre maçı takip ettim. Oradan oraya hızla ilerleyen basketbol topunu, tam potaya girip basket olacakken olamayışını, savruluşunu... Benim gibiydi tam, başaracakken başaramıyordu ve savruluyordu. Ben ne diyorum ya. Sonra gözlerim otobüs beklerken sohbet ettiğim çocuğu buldu. Hızla sahada bir o tarafa bir bu tarafa giderken savrulan siyah kıvırcık saçları sanki özgürlüğünü ilan ediyordu. Durup topu arkadaşına atıyordu sonra arkadaşı basket atmak için atış yaptığında top potaya çarpıp yere düşmüştü. Sanki top bir anda hayatın gerçekleriyle çarpışmıştı.

“Leyla.” Kafamı sahadan yanımdaki Ahsen’e çevirdim.

“Efendim.” Ahsen bir şey söylemek istiyor ama nasıl söyleyeceğini bilemez bir şekilde duruyordu karşımda.

“Sence Ertuğrul nasıl biri?” Niye herkes bana Ertuğrul’u soruyordu?

“İyi biri. Niye sordun ki?”

“Hiç, öylesine sordum ya...”

“Öyle olsun bakalım.” Aramızda yaşanan kısa bir sessizliğin ardından Ahsen dayanamadı ve dilinin altındaki baklayı çıkardı.

“Bence o çocuk senden hoşlanıyor.” Şok olmuş gözlerle baktım.

“Ahsen saçmalama istersen. Senden hoşlanıyor dediğin çocuk sınıfın en zekisi. Yani bana kalırsa Ertuğrul’un öyle aşk meşkle pek işi olmaz gibi. Hadi oldu diyelim, çocuk 9. sınıf kızların gözdesi ve hani eğri oturup doğru konuşalım, yakışıklı, bana mı bakar sence?”

“Neden senden hoşlanmasın ki? Gayet güzel bir kızsın sen de.” Gülümseyerek yanıtladım.

“Yani benden güzel tonla kız var şu okulda. İnsanlarla sohbet etmek yerine zamanının çoğunu kitap okuyarak geçiren bir kızdan hoşlanma ihtimali bana oldukça düşük geldi.”

“Onu hiç bilemeyiz Leyla, hem de hiç.” deyip sahadaki sevdiğini izlemeye koyuldu.

Beni de bir gün biri ben olduğum için sevebilir miydi? Hayata dair kırgınlıklarımı, hayallerimi, en önemlisi yüreğimi görebilir miydi?

Okulun bitmesiyle Ahsen’in fazlaca ısrarı sonucu Selim’in doğum gününü kutlamaya gidiyorduk. Ahsen ortamdaki tek kız olmak istemediği, Aslı’nın buluşması, yani onun deyimiyle "date" olduğu için bu doğum gününe sürüklenen kişi ben olmuştum. Ahsen ile ben mekânı ayarlayacaktık ve ardından Ertuğrul, Selim ile gelecekti.

Çarşıda, kendi halinde sessiz sakin bir kafeye geçtik. Ahsen garsona durumu izah etmenin derdindeydi. Bense bomboş durup mekânı inceliyordum.

Etrafta birçok yazardan alıntı barındıran çok tatlı bir kafeydi. İstemeye istemeye gelmiş olsam da cidden güzel bir yerdi.

“Leyla, hadi geçelim yukarı.” deyip mekânın üst katına yöneldik Ahsen’le. “Şimdi garson Selim oturunca pastayı getirecek ve hop, sürpriz, nasıl? Ben Ertuğrul’a mesaj atayım.” 

“Güzel bence. Zaten seni görünce şaşıracak, bir de doğum günü kutlaması, süper olacak bence.”

“Bence de.”

Ahsen eline telefonunu alıp bir şeyler yapıyordu, muhtemelen Ertuğrul’a mesaj atıyordu.

“Ertuğrul’a yazdım, birazdan gelecekler. Bu arada nasıl, güzel gözüküyor muyum?” Heyecanlı heyecanlı telefonun ekranına bakıp saçını, üstünü düzeltmeye çalışıyordu.

“Güzelsin, güzel.” dedim gülümseyerek.

Beş dakika geçmişti ki önde bugün Ertuğrul’un yanında gördüğüm çocuklardan birisi, ardından Ertuğrul ve diğerleri bizim masaya geldiler. Selim şaşkın gözlerle Ahsen’e baktı.

“Hani sen şehir dışına çıkacaktın? Seni gidi yalancı.”

Ahsen ile Ertuğrul gülmeye başladı önce ve ardından herkes kahkahalara boğuldu.

“Ne yapayım ama sürprizi mi bozayım?” dedi Ahsen.

Selim etrafa bakındı.

“Ne sürprizi?”

Ahsen’in pot kırdığını anlayan, daha adını bile bilmediğim ama kendimce otobüs beklerken sohbet ettiğim çocuk diye isimlendirdiğim kişi atıldı.

“Oğlum işte yengeyle seni buluşturmaktır sürpriz.” dedi ve konuyu değiştirmek için elini bana uzattı, neden böyle bir şey yaptı diye soru soran bakışlarla baktım.

“Seninle geçen gün durakta sohbet etmiştik değil mi? Yüzün bana bir yerden tanıdık geliyor. O zaman tanışmamıştık, ben Kerem.”

Demek ki o da unutmamıştı. Hatırında kalmıştım onun da. “Ben de Leyla. Evet, doğru hatırlıyorsun.” deyip gülümseyerek elini sıktım.

Tanışmamızın sonunda Ertuğrul atıldı.

“Siz tanışıyor musunuz? Vay be Leyla, senin de arkadaşların varmış demek ki şaka gibi geldi bu durum.”

“Şaka gibi olan ne ki? Bu arada ben de Ömer.” dedi masadaki tanımadığım diğer kişi.

Tam o sırada garson pasta ile geldi. Ve sohbeti iyi ki de böldü çünkü bu sohbet canımı yakmaya başlamıştı.

Mumlar üflendi, dilekler dilendi ve gün bir şekilde bitmişti. Masada Ömer’in esprileri, Selim’in bu yaşa gelene kadar neler yaşadım be anıları ile hep birlikte mekândan ayrıldık. Kerem ve ben durağa doğru yürüyorduk. Tabii bir de bize eşlik eden sessizliğimiz.

“Ertuğrul bugün senin için neden öyle dedi?” Ah be Kerem, aramızdaki sessizliği böyle zor bir soru ile bozar mı insan? Neyse ne, dediğini anlamazdan geleyim de Ertuğrul’un dediklerinin yüreğimi paramparça ettiği anlaşılmasın.

“Ne demişti?”

“Vay be Leyla, senin de arkadaşın varmış dedi ya.”

“Yani genelde çoğu kişiyle iyiyimdir ama pek yakın arkadaşım olmadığından olabilir.” dedim Ertuğrul’a olan sinirimi yutarak. Yani bu cümleyi şaka olarak söylemiş olsa bile oldukça kırıcı bir cümleydi. Tamam yalnızlığı fazlaca seviyordum ve cidden de yakın arkadaşım yoktu. Öyle sırlarımı paylaştığım, dert yandığım birisi yoktu. Güvenemiyordum insanlara ve onları anlayamıyordum. Genelde beni anlamıyorlardı. Benim zamanımın çoğunu kitap okuyarak geçirmem ve onlar gibi olmamam yüzünden beni yargılıyorlardı ve onlar bunun farkında bile değillerdi. Bu durumda yalnız olmayı seçiyorum diye niye ben acayiptim ki? Ben de onlar gibi bir insandım. Sadece onların yakın arkadaşları insanlarken benim en yakın arkadaşlarım kitaplardı.

“Neden ki? Bence çok farklı biri gibi duruyorsun. Konuşman, tavırların olsun değişik yani. Değişik dediysem yanlış anlama, sana özgü demek istedim. Mesela ben seni tanımak isterdim.” durup şaşkın bakışlarımı ona yönelttiğimde bana gülümseyerek bakıyordu.

Demek beni tanımak istiyordun. Vay be. İlk defa bir insan bana gelip bu cümleyi kurmuştu. Eskiden insanların hayatım hakkındaki ne sıkıcı bir hayat eleştirilerini önemser ve cidden de sıkıcı bir hayatım olduğunu düşünürdüm. Ama sonra hayatımın sıkıcı olmadığını onların benim hayatıma bakmayı bilmedikleri kanısına varmıştım. Ki zaten ondan sonra da kimseleri hayatıma yakın olarak almadım, herkesle mesafeli bir ilişki kurdum.

“Belki insanlarla fazla muhatap olmak yerine kitaplarla muhatap olduğum için olabilir, yani dışarıdan sıkıcı duran bir hayatım var onlara göre.” Hayatımın gerçeklerini gülümseyerek söyleyiverdim ona. Daha adını öğreneli bir iki saat olan bir yabancıya ben neden gelip hayatımın gerçeklerini anlatıyordum ki şimdi? Onu diğerlerinden farklı kılan neydi?

“Yani bence anlattığına göre çok güzel bir hayatın var. Mesela seninle arkadaş olan kişi ne şanslı, yanında kitap gibi konuşan bir kız var.”

Galiba cevabı o vermişti. O beni insanların hayatındaki bir şans olarak görüyordu daha tanımadan. Ah Kerem, acaba beni tanıyınca da aynı düşüncelere sahip olabilir misin? O zaman da kitap gibi kızsın diyebilir miydin?

“Bu kadar da emin olma bence. Neyse, benim arkadaşlarımı boş ver, sen anlat bakalım.”

Arkadaşlıkla ilgili söylediği her cümle, yalnızlığıma dokunmasın diye konuyu halının altına süpürmeye çalışıyordum aslında. Ben de isterdim beni gerçekten anlayabilecek bir dostum olsun ondan bahsedeyim ama yoktu. Ben de yalnızdım işte, yapayalnız. Ailem dışında tabii.

“Yani arkadaşlık mevzusunu soruyorsan benim de çok arkadaşım olduğu söylenemez. Bir Ömer var işte.”

Demek sen de benim gibi yalnızdın. Senin yalnızlığına ne yara bandı oluyordu? Evet, yalnızlığın güzel yanları illa vardı ama fazlası seni de boğuyor muydu? Bir bankta uzun uzun düşündürüyor muydu seni de?

Derin sohbetimiz eşliğinde sonunda durağa gelmiştik. Ne ara yürümüştük onca yolu, kaç insanın yanından geçmiştik, hangi sokakları eskitmişti adımlarımız buraya gelene kadar, onun bile farkında değildim. Sohbetin derinliğinde boğuluyordum daha doğrusu. Galiba ben kendi derinliğimde boğulmaktaydım. Ama ayrılık vakti yaklaşıyordu. Bu derin sohbet de son bulacaktı.

“Ertuğrul ve Selim ile nereden tanışıyorsunuz?”

“Onlarla Ömer sayesinde halı sahada tanışmıştık, öyle fazla yakın değilim, maçtan maça, arada da okulda sohbet muhabbet işte.”

“O zaman niye Selim’in doğum gününe geldin?”

Çocuğa bir de hesap sorsaydın Leyla, bu nasıl sorudur ya? Bazen cidden patavatsızlaşıyorum ya ben. Bu da o anlardan biriydi.

“Gelmeseydim şu an seninle tanışmış olmaz ve seninle şu an bu sohbeti gerçekleştirmiyor olurduk ama.” deyip gülümsedi ve ekledi. “Ertuğrul Ömer’e demiş doğum günü kutlayacağız gelin falan diye, Ömer de ısrar edince kıramadım.”

Güldüm. “Yani doğru, tanışmış olmazdık. İyi ki gelmişsin o zaman.”

“Sen de Leyla.”

Sustuk. Geçip giden insanlar, otobüsler arasında ait olduğumuz yeri ararcasına bakındık etrafa. Ne o başka bir uğraş buldu kendine ne de ben, birlikte sustuk. Suskunluğumuzun ortasına gelen otobüse bindik sonra. Otobüs oldukça doluydu ve ayakta kaldı yorgun bedenlerimiz, diğer kamburu çıkmış yorgun bedenler gibi.

Bir anda yanımdaki Kerem bana dönüp seslendi.

“Leyla.”

“Efendim.”

“Yarın öğle arası başsan sohbet edelim mi?” durdu ve ekledi. “Arkadaşça.”

“Olur, buluşalım.” durdum ve ekledim. “Arkadaşça.”

Gülümsedik içimizde kalan mutluluk kırıntılarıyla birbirimize.

İçimde güzellik adına gizlenmiş hisler uykularından uyandı kalabalık ve yorgun bir otobüsün içinde. Ben ilk defa böyle hissediyordum. Daha tanışalı bir saat olan birisinin ilk defa beni gerçekten tanımak istediğini hissediyordum ama bir yandan da delice beni tanıdıkça benden soğumasından korkuyordum. Galiba ben yabancısı olduğum duyguları tanımaya başlıyordum.