Şimdi düşünün bir sokağın, kalabalık bir sokağın ortasındasınız; mesela İstiklal’desiniz veyahut Karanfil’de. Akın akın insan geliyor, bir sürü insan sağdan soldan karşınızdan arkanızdan. Siz durmuşsunuz sokağın tam ortasında, bu kalabalık içinde hareket etmeyen tek noktasınız. Bu kadar kalabalık arasında gördüğünüz tek şeyi söyleyin bana. Hiçlik değil mi? Belki birkaç dikkat çekici neon tabela, belki kırmızı bir şapka veyahut sarı bir mont dikkatinizi çeker fakat oradan geçen ne insanlar ne de o eşyalar sizin için bir anlam ifade etmez. Zaten insan seli birbirine karışmış birkaç renkten ibaret, hepsi ama hepsi bu kadardır. Şimdi biraz da şöyle düşünün, düşünün ki bu insan kalabalığının arasında birdenbire birini görüyorsunuz; sizin gibi durmuş o da hareket etmiyor. Kimsesi yok, tanıdığı yok. İnsan kalabalığının arasında öylece duruyor o da, tıpkı sizin gibi. Ona bakmaya başladınız. Neden? Çünkü merak ettiniz değil mi? Çünkü o hareket eden her şeyin ortasında farklı olan tek şey, hareket etmeyen bir nokta. Oysa siz de onun gibi değil misiniz? İnsanlarla karşılaştırılırsa farklı, sizle karşılaştırılırsa aynıdır. Fakat hayır, insan kendisini görmekte ve kendisini merak etmekte biraz beceriksizdir. Ona söyleseniz de önüne ayna koysanız da fark etmez. İnsan kendini ve varlığını görmekte her zaman biraz beceriksiz ve isteksizdir. İnsan biraz böyledir.

Her neyse dönelim konumuza. Hareket seli içinde hareketsiz bir nokta tamamen ayrı tamamen farklı, merak uyandırıcı. Sonuçta biz ve bizim hareketsizliğimiz bu denklemden çıkarılınca, ki bu kendimize olan körlükten kaynaklanan bir hata terimi, o her şeyden ve herkesten farklı. Peki neden duruyor? Boyu ne kadar acaba? Yağmur bastıracak ve o durmaya devam edecek mi? Acaba yağmuru sever mi? Aman tanrım! O ne biçim şemsiye. Acaba o da bu şemsiyeyi komik buldu mu? Dikkat ettiniz mi? Sorular fiziki ve yüzeysellikten daha derinlere inmeye başladı. Sonraları daha derin ve onun nezdinde olanlar zamanla bizimle bağdaştırıldı. Onu merak ettik ve bununla da kalmadık onun yanında bizi de merak ettik. Merak sevginin fitilidir. Küçük bir kıvılcım ile tutuşabilen merak sonunda aşkı ya da nefreti getirir. Merak sonucu bilinemeyen bir bombadır fakat şundan emin olunmalıdır: birini merak ediyorsanız sonunda ona ya aşık olursunuz ya da ondan nefret edersiniz. Bahsettiğim merak endişe elemanı ve tanımlayıcı olan merak değil yani: 'Saat gece üç, bu karanlık sokakların hangisinde acaba, başına bir şey geldi mi merak ediyorum.' merakı değil. Bahsettiğim merak: 'Ne düşünerek yaptı bunu? Acaba bunu sevdi mi? Söylediklerimi etkileyici mi buldu yoksa sadece rol mü yapıyor?' gibi bir merak.

O insanlar bizim için gizemli ve karşı konulamaz olurlar. Sonuçta yaratan tanrının indirdiği en son kutsal kitaptaki ilk kelime ''oku'' olan biz insanlar için bu çok da şaşırılacak bir durum değil. Düşünsenize karşınızda kapalı, gizemli bir kitap duruyor; kapağı duruşu sizi şimdiden cezbetmiş meraktan meraka sürüklüyor, sürekli sorgulamanıza sebep oluyor. Bu doyumsuzluk bir yerden sonra dayanamama isteği sizi ona çeker. Sormaktan çok okumak için. Karşınızda duran insan başkaları için açık bir kitap kadar net olsa da bu merakın pençesine düşmüş sizin için kırk kilitli gizemli bir kitaptır. Ya okursunuz ya okur. Dediğim gibi bu merak bir tür hastalık gibi sadece sizi etkiler. Başta görme ve düşünme kabiliyeti olmak üzere beş duyunuz ve organlarınız aynı zamanda duygu üretici kalbinizin ve yorumlayıcı beyninizin çalışma kapasitesine ket vurulur. Okumaya başladıkça da ne olacağını bilemezsiniz. Tarih seven birinin şansına aşk romanı çıkabilir; bu ne aşk romanın ne de tarih sevenin hatasıdır. Bu yüzden fitili ateşlenmiş merak sonucunda soğuma ve nefreti getirir. Karşımda durabilirsiniz yanımda da fakat söylemek gerekir ki bu kadar yoğun duyular ve duygular iz bırakmadan asla kaybolmaz; bu yüzden ya seversiniz ya da nefret edersiniz. Çünkü merak fitili, bombayı bir kez patlattı mı en kötü ihtimalle geçmiş haznenize pişmanlık yazılır.

Şimdi sarı yaprakların kapladığı bahçeye bakarken düşünüyorum da bu çekim sonuç ne olursa olsun değerli ve iz bırakmalı. Peki bu merak, ateş, patlamalar sonucunda çıkan sevgi olursa? En azından ilk başlarında en azından bir süre sevgi ile okumaya devam ederseniz. Onu okudukça ve tanıdıkça merakınız artar. Merakınız artıkça daha fazla okumak ve daha fazla tanımak istersiniz. Artık onunla ilgili olan her şey daha şaşırtıcı ve daha inanılmazdır. Zira sanki konuşmayı söken ilk insan odur. Belki şiir yazmayı bütün şairler ondan öğrenmiştir; Cemal Süreya, Turgut Uyar, Birhan Keskin... Belki çok zaman önce yaşamıştır doğru. Fakat bilemezsiniz zaman makinesi bulup, bütün bu muhteşem şiirleri ona bakıp yazdıklarını veyahut ondan çaldıklarını. Size uçuk kaçık gelebilir fakat bu gayya kuyusu, bu sevgi böyle bir şeydir. Zaten bu yüzden bambaşkadır artık her şeyi mümkün kılan bir güç size verilmiş. Zira bir yandan da korkutucudur. Düşünsenize böyle bir mucize böyle bir güzellik sizde, sizin elinizde. İçinizde bir korku yeşermeye başlar ya fark edilirse diye.

''... Haykırmak istiyorum ama

benim sende gördüğümü görecekler diye ödüm kopuyor...''

diyen Özdemir Asaf bunun bir başkasına ya da başkası adına demiş olamaz. 'Ya benden daha iyisi nicesi gelirse; ya ondan gördüğümü görür; türlü oyun, çeşitli dolaplarla onu kandırır benden alırlarsa?' İşte kıskançlığın doğuş hikayesi: annesi aşk, babası korku, eserleri kıskançlık. Zira kıskanmak kaybetmek korkusudur. Bu yüzden sizi kıskanmayanın sevgisinden şüphe edebilirsiniz. Fakat şimdi bunu böyle deyince küçük de bir parantez açmak isterim. Bahsettiğimiz kıskançlık; eve kapatmalar, eşi ile dostlu ile görüştürmeme veyahut kılığına kıyafetine karışmak değil. Dikkat edin kısıtlama değil kıskançlık dedim. Hani böyle kendi üstündeki merakın, ilginin azalmasını kaybetmeye yorma tatlı tatlı küçük küçük ilgi bekleme; belki biraz sitem ama asla psikopatlık derecesine varmayan kısıtlamalar ya da ilgi arsızlığı değil. Toplum ve topluluklar olarak ilişkileri o kadar ayağa düşürüp o kadar kolayına kaçan, kısan yollarını üreten bireylerle olduk ki ilişki deyince akla gelenler çöp toplama saatinde topluca sokağa bırakılacak şeyler oldu, başka şeyler değil. Söylediklerim belki net anlaşılmıyor belki de bariz saçmalık olarak geliyor fakat ben yaşamadan yazılamayacağına inanıyorum belki de yaşamadan okunmuyordur da. Bu yüzden burada eleştiri kabul etmez bir birey olacağım. Aşk toplumda sanıldığı gibi ikiden bire düşmek değil bence üçe çıkmaktır. Onun özel alanı, senin özel alanın ve ikinize ait olan kesişim alanı. İşte bu kesişimde bir bütün olabilir istediğiniz birliği sağlayabilirsiniz. Fakat ikiniz bir gömlek içinde sabah mesaisine gidemez veyahut birbirinizi bu teklik adı altında kısıtlayamazsınız. Bunun kadını erkeği yoktur. Kimse yapamaz, yapmamalı. Herkesin kendine ait bir alanı olmalı ki aşkın fitili olan merak, yanmaya devam etsin. Söylesenize tek olursanız aşk devam eder mi? Kısıtlamalar onun sizin istediğiniz kalıba sokmak onu olduğundan farklı biri yapmayacak mıdır? Sizin en başında merak ettiğiniz kişi sonradan yonttuğunuz, değiştirdiğiniz bu kişi midir? Ben cevap vereyim: Hayır, değildir. Bu yontma ve değiştirme olayından sonra karşınızdaki kimse de sizi çeken merakınız celp ettiren bir şey kalmadığı için merak sonunda patlayacak ve geriye soğuma, nefret, aslında hiç düşündüğüm gibi değilmiş kalacak. 

 ''Beğendiğiniz bedenlere, hayalinizdeki ruhları koyup, bunu 'aşk' sanıyorsunuz.''

 diyen Shakespeare’e katılmamak ve hak vermemek elde değil. Sonuçta ortaya çıkan sizin istediğiniz gibi davranan, size benzeyen biri olacaktır. Demiştim en başından, insan en çok kendine kördür, en çok kendini görmez diye. Nasıl ki ayna bile getirseniz kendine görmez, kendisinin aynısını getirseniz ona da kör olur. Bu yüzden artık kendine benzeyen yontulmuş sevgi karşısında olsa da artık görmez ve merak tükenir. Yerine soğuma ve uzaklaşma gelmeye başlar. Nefret de yer yer eşlik eder. İşte bir aşkın anatomisi.

Ne karışık bir yazı öyle değil mi, aynı hayat gibi. Fakat her şeyin ötesinden ve Polyana’nın kötümser denilebileceği kadar iyimser bir dünyada yaşadığımızı düşünürsek, o ilk temas onun hakkında sorulan o ilk sorulardan sonra merak fitilin aşkı ateşlediği bu diyarda farkına varmadan tanırsınız onu, tanıdıkça daha fazlasını ister ve daha fazla tanırsınız artık sadece onu görmez onunla ilgili olan her şeyi de görmeye başlarsınız. Örneğin sevdiği beyaz bir tavşansa artık beyaz tavşanlarla alakalı her şey yolunuzun üzerinde, üstlerinde bir spotla aydınlatılmış gibi durur. Önceden farkına varmadığınız şeyler artık görmemek için kör olmanız gereken nesnelere dönüşür. Zira artık algıda seçicilik onunla alakalı her şeyi seçip üzerine birer tane spot ışığı yerleştirmekle meşguldür. O yoldan bin kere geçmiş olsanız da bin birinciyi geçerken aklınızda o varsa ve onu tanımaya başladıysanız işte o zaman o yolu ilk kez geçiyor ve her şeyin farkına ilk kez varıyor gibi olursunuz. Ne tuhaf değil mi? Belki de o tavşanın yanında bir de ördek vardır fakat ördeği göremezsiniz çünkü o ördekten hiç bahsetmemiştir. Ne ördek size onu hatırlatıyor ne de o size ördeği. Bu yüzden ördek için kör tavşan için görürsünüz. İlerde bir gün olur da acı ama bu bu kitap kapanır başka bir kitap açılırsa ve bu sefer ördekler size onu hatırlatırsa işte o zaman görürsünüz. Sadece bunu değil diğer her ördeği de. Bu sefer tavşanı da görürsünüz. Tepesindeki spot lambası patlamış da olsa alışkanlık ve el yordamı ile onun orada olduğunu bilirsiniz fakat kapanmış ve bitmiş kitabın hatırası üzerinde güneş olsa da görmez, görmezden gelirsiniz. Sonuçta hangi son mutludur ki? O artık eskinin anılarını ve pişmanlıklarını hatırlatan bir nesnedir. Görmezden gelmek yaraya tuz basmamak için önemlidir ya da öyle bir şey.

Kısaca bir aşkın anatomisini çıkarmaya mı çalıştım başka türlü bir şey mi ben de emin olamadım anlayan bana anlatsın. Özet geçersek merak ilgiyi getirdi, ilgi gerçekleri ve gerçekler sonu ya da bitimsiz bir başlangıcı.

 

Sevgilerle....