Birini kalbinin derinliğinde sevmek nasıl bir his bilir misin? Birine gerçek aşkla aşık olmak ve tutkuyla tutsak olmak nasıl bir his bilir misin? Birini; kırılmasın diye dokunmaktan korktuğun, paha biçilemez, değerli bir vazoya; uzaktan hayranlıkla baktığın gibi, uzaktan sevmek nasıl bir his bilir misin? Senin onu ne kadar çok sevdiğini bilmiyor; onu hep merak ettiğini, düşündüğünü, rüyalarında onunla gezip tozup yorulduğunuzda parktaki banka oturduğunuzu ve onun senin omzuna başını koyup dinlendiğini, o dinlenirken senin onun saçlarına hafifçe dokunarak koklayıp öptüğünü... Onunla her karşılaştığında ona sarılmak, ellerini tutmak istiyorsun… Ama ne yazık ki ona olan o aşkından, istemsizce ondan uzaklaşmak, kaçmak ve onu uzaktan izlemek istiyorsun... Onun yanında o kadar mutlu oluyorsun ki onun yanından hiç ayrılmak istemiyorsun... Ama bunu da yapamıyorsun. Çünkü sen onu o kadar çok seviyorsun ki onun yanında olmaya gücün yetmiyor ve dayanamıyorsun; tıpkı soğukta üşüyen birinin ateşe yaklaşınca yandığı ve uzaklaşınca ise üşüdüğü gibi… Onun güldüğünü gördüğünde mutluluktan kalbinin derinliğinde ağlıyorsun, onun bir kere daha gülmesi için dünyaları vermeye, onun uğrunda dünyaları feda etmeye hazırsın... Ama ne yazık ki onun o doyamadığın gözlerine bakmaya cesaret edemiyorsun, eğer bakarsan kalbinin onun gözlerinden fışkıran ateşle alev alacağını ve cayır cayır yanacağını biliyorsun… Onun kokusunu alınca sarhoş oluyorsun, ona söylemek için haftalarca geceleri uyumadan kurduğun, hazırladığın o aşk dolu cümlelerini unutuyorsun; unutmazsan eğer, söylemeye çalışırsan dilin dönmüyor... Keşke onu görünce unutmasan, dilin dönse, haykırsan ona onu sevdiğini değil mi? Ama yine ne değişecek ki? O kalbinin, her şeyi gömdüğün o zavallı kalbinin, senin olduğuna binlerce kez pişman olan o yaralı, paramparça olmuş kalbinin buz gibi soğuk, cehennem gibi sıcak, kara delik gibi karanlık olan derin çukuruna gömdüğün o aşkı, hayır hayır! Aşkın ötesinde olan o sevdayı, o bağımlılığı anlatmaya yetecek mi ki tüm dünyadaki bütün sözcükler, anlatabilesin... Keşke onu hiç görmeseydin, onunla hiç tanışmasaydın; ona hiç tutkuyla tutsak olmazdın belki de... Ama sanmıyorum; belki rüyanda görürdün aşık olurdun, belki de geçtiği yoldan geçerdin kokusuna aşık olurdun... Bu dünyaya hiç gelmeseydin, belki de o zaman bağımlı olmazdın onun zehrine…

Ama ona tutkuyla tutsak olduğuna hiç pişman değilsin, pişman olmayacaksın da; çünkü yaşadıkların sana çok şey öğretti. Ona aşık olmasaydın aşkın; katlanmak, yalnızlık, onsuzluk, çaresizlik, yetersizlik ve acizlik olduğunu, sevdanın; çekmek ve ulaşamamak olduğunu; gerçek acının, birine aşık olup ulaşamamak değil de kimseye aşık olamamak olduğunu, mutluluğun; birini kalbinin derinliğinde sevmek olduğunu, birine gerçek aşkla aşık olanın hep onsuz kaldığını, çaresiz olduğunu, aciz olduğunu; onsuz güçsüz, susuz, aç ve bir hiç olduğunu; onsuz sudan ayrılmış bir balık gibi olduğunu, onsuz nefessiz olduğunu, kavuşamazsan da temiz kalbinle sevemebilmeyi, ona sevdalı isen eğer; çektiklerin ne kadar büyük ve ağır olsa da çekmek ve katlanmak zorunda olduğunu; ona ulaşamazsan da, ulaşamayacağını bilsen de kalbinin derinliğinde sevmeyi hiç öğrenemezdin belki de... Bu hayatta gerçek aşkın tadını hiç tadamayanlar da var, evet, dediğin gibi gerçek aşkın tadı çok acıdır, ama gerçek aşk sana; hayatın gerçek anlamını öğretti, sana kendini tanıttı, sana insanları tanıttı… Maalesef gerçek aşkın tadını tadamayanlar var ya, onlar bunların hiçbirini öğrenemezler.

Kendini, duygularını ve hislerini ona anlatamıyorsun... Kendini kandırmaya çalışıyorsun… Issız, karanlık ve bomboş sokaklarda; kara bulutlarla kapalı ayın zayıf ve loş ışığında, soğuk sağanak içinde hedefsizce dolaşıyorsun… Ve o acının, karanlığın, boşluğun içinde öylesine boğuluyorsun… Ağlarsan ne için ağlayacağını, gülersen ne için güleceğini bilmiyorsun… Onun zehrine bağımlı olduğuna mutlu musun, mutsuz musun; onu da bilmiyorsun… Kafanda cevaplarını bilmediğin karmakarışık, sonsuz sorular ve duygular… Hayır hayır cevaplarını bilmediğin değil, ne olduğunu bilemediğin soru ve duygular… Keşke o sorular ve duyguların cevaplarını bilmesen de, en azından ne olduğunu bilsen; belki de içindeki bu iç çatışmalar bu kadar yoğun olmazdı, seni bu kadar yormazdı, karanlıklara da bu kadar boğulmazdın…