Som bir inancın katılığında

Neden bana inanmıyorsunuz

Bayatlamış ruhumun derinliklerinde ürperen bir sözcük

Durmadan eskiyor bir koridorun uzunluğunda

Mayası fazla mı kaçtı bu düşüncelerin

Fazla mı olgunlaştı o sözcük

Aşk değil miydi sözlüğümüzün o en inançlı sözcüğü

Aşkın değil miydi sahip olduğumuz tek gerçek

Ağza alınmayacak bir sözcükle mi değiştirdik şimdi o aşkı

 

Amaların, fakatların, çünkülerin hapishanesinden kurtulamadık mı hala

Neden söylenmiş o ilk anlamlı cümleyi bağlaçlarla öldürüyoruz

Aşk hala her zaman ölümü ardından mı sürüklüyor

Neden bir yafta olarak yapışıp kalıyor kalbimize o sevgi

İçimizde büyüyen bu aşk modern bir Firavun mu

Köleyiz sanırım durmadan taş taşıyoruz içimizdeki piramide

 

Kalbini getir el basayım kadın

Bu aşk dediğimiz inanç dininde

Kerbela'ya dönüyor şimdi bedenim

Her dinde olduğu gibi aşk da şehitler doğuruyor

İlk inanan ben

İlk ölen ben

 

Gözlerine adaklar adayayım kadın

Ne zaman affedersin

O kuyudan beni de çıkaracak mısın

 

Ey Arabistanlı ulu şahinler

Bana bir Fransız zambağı getirsenize

O zaman kanıtlayabilirim o aşkı

O zaman öldürebilirim kendimi sarnıçların insafına bırakarak

 

Ana rahmine düştüğümde aşk değil miydi ikimizi de hayata bağlayan

Orada büyümedik mi beraberce

Günler, aylar ve mevsimler geçmişti orada

Şimdi bir alışkanlık, bir rutin hapishanesinde

Gardiyan olacak mıyız o kutsal inanca

 

Tarihi bir cümle olarak düşmedik mi

Defterimizin ön sözüne

O kitabı aşka ithaf etmedik mi kaybedenler için

O imgenin parmak izleri mühürledi hapishaneyi

Tuğrası çekildi o inancın tebliğine

İmza da atılmayacak mıydı o kırmızı cüzdana

Her sorunun cevabını not ediyor kalbimizin yazıcıları

O gün geldiğinde o kurdeleyi büyük bir sevinçle açacağız

Şenlik havası içerisinde geçecek

Kutsanacağız ağzımızda çok eski bir inancın aşkı ile

 

Kaç kişiyiz bu aşk dediğimiz inancın tarikatında a dostlar

Bir kalpte birden fazla kişiyi taşıyanlar

Lanetlenecek mi o kıyamet gününde

İp cambazı olmayacağız kendi kalbimizin meydanlarında

Orası tek kişilik bir mezardır

İlk cinayetin üzerine bir daha kurban verilmeyecek diye vahiy gelecektir

İnanın a müritler!

 

Aşkın o uzak, o geniş sınırlarında

Tütsü niyetine yakılmış bir iç ses yankılanıyordu kozamda

İçimde gizli gizli büyüyordun kelebek olma hayaliyle

Kentin en uzak güzünde

Sararmış ve sararmakta olan kapkaranfil bir sıfat olarak

Adımın önüne eklenmeyi bekliyorsun aşk

 

Bir içgüdünün sancısı ile o sözcük, o düşünce, o duygu

Bağ kuruyor iğde ağacı ile

Aşkın kokusudur diye aktarlar renk değiştiriyor

Kokumuz zaman olarak düşüyor

Doksan dokuzluk bir tespihin imamesine

Çekersek zaman, çekersek inanç, çekersek aşk

 

Damarlarımda atan bu makamlı ses

Aşkın ve inancın çatısını büyütüyor

İksir niyetine adını dudaklarıma sürüyorum

Huzur doluyor bütün sözcüklerim

 

Bu aşk sanılan cephede

Çetin savaşlar veriliyor arka sokaklarda, kaldırımlarda, sıralarda, yatak odalarında.

İlahi ayinler düzenleniyor inancın gölgesi altında

Aşk sanıyorlar tenlerinde buğu gibi yükselen şehveti

Üç harfli bir denklemin içerisinde

Ayetler indiriyorlar bir inancı kirletmek için

Flamalara kan bulaşıyor, yeni doğan ceninler, kir, ter ve gözyaşı

 

Gök kubbenin altında şafağın son huzmeleri vuruyorken aşkın parmaklıklarına

İnanca kilit vuruyorlar kapkaranlıkta

Özgür olmak için avuç açmadık mı o aşka

Şimdi köle niyetine satılıyor yürekler Mısır’ın pazarlarında

 

Duygularıma diken gibi batan bu sözcük

İhanettir diye inancıma küstüğüm bu aşk çölünde

Yalnızlığın tanrılarına sığınmam bundandır

Kalp mi vesvese verir o sulu, o karmaşık ağlar organına

Yoksa o organ mı ihanet eder kalpte büyüyen sözcüğe

Ve neden artık güven aşktan ayrı satılıyor

 

Zaman diye aşkın sığınağına saklanıyoruz

Alnımızdan öpülerek işaretleniyoruz

İnancımıza gölge düşüyor

Sessizliğin sesini karanlık bir sözcükle örtmeye niyetlenince

Sözcüğüm mührünü kırıyor

Gözlerim yuvalarına sığmıyor

Parmaklarım ellerime uymuyor

Bu üçlemenin sonunda

O karanlık sözcüğü boşluğa gömüyoruz

 

Aşktır bu topraklarda sürülen en eski inanç

Dilimize en fazla dolanan sözcük de odur

İçimizi en çok acıtan da

Ateşli bir hastalık gibi alnımıza yazılmış ne de olsa

Büyük puntolarla içimizdeki vagonlara sığdırdığımız gramofon yalnızlıklarına

Ozanların ağıtları eşlik ediyor aşka

En doğuya düşüyoruz bütün yönlere inat

En sola gömülüyoruz topraklara hasret

 

Aşk güzel sanatların ilkidir bütün kenevir tarlalarında

Buğdayın büyüme inancıyla el açan avuçlarda

Bakır bir atlasta gezer gibi parmakların

Durmadan işaret ettiği kutsal topraklardır

Enleminin ve boylamının arasına sıkışmış bir coğrafyada

Bütün saat dilimleri aşkı işaret eder

Aşk zamanın da ötesine geçen bir kalp çarpıntısıdır

 

Yazı bulunmadan önce aşk yazılmıyor muydu kalbe

Bilinen yazılı ilk sözcük inançtan daha büyük değil miydi o zaman

Peki aşkın ilk yasası neydi

Şimdi bulvarlarda solgun, kederli, kül rengi bir bulut ıslatıyor bu soru işaretini

Yalnızlık bilgisi soğuk bir beton bariyer gibi küfleniyor döl yataklarında

Artık hiçbir soru gebe kalmıyor bir cevaba

Aşk, cevabı olmayan bir sorudur kalbin ve beynin ikilemi arasında

 

Işımış bir sahnede o ilkel törenlerin birinde

Aşk değildi figüran olarak oynayan

Asıl kız oydu

Yaşamın büyük ustaları bir bir uğurlanırken alışık olmadığımız o mevsimlere

Onların vasiyetiydi

Biz de onlara inanmayı seçtik

Aşkı bir meşale gibi elden ele dolaştırmamız bundan ötürüdür