Sen gittikten sonra ağlayamadığım her gün için yazmaya karar verdim. Takvimden bir yaprak koparır gibi açıyordum defterin sayfalarını. Yüzleşemediğin ve kendinden esirgediğin tüm anılar, acılar yaşamın aslıyken olmadık zamanlarda iyi hissetmeye mecbur kılmıştım bedenimi. Güçlü olmanın ne demek olduğunu bunca yaşıma kadar anlayamamıştım meğerse. Bir keresinde tüm gün sevdiğin rock grubunun şarkılarını dinlemiştik birlikte. En çok hangisini beğendiğimi sorduğunda verdiğim cevaba çok şaşırmıştın. Bunu bile unutmak istemiyorum şimdi.  

 

Kendime yaşatmadığım duygular hakkında ahkâm kesmek ne kadar da kolaymış. En çok benim yanımdayken yüzünden eksik etmediğin gülümsemenle seni sahnede izlerken daha iyi anlıyorum. Düşündükçe bir yarayı büyütüyorum sanırım kendi içimde. Bira istiyorum garsondan hiç uzatmadan. Beni fark etmemen için en karanlık köşesine geçiyorum barın. Bıraktığım halini bulamamaktan korkuyorum belki de. Yarı içkili, sarhoş öpüşen insanlar görüyorum. Hepsinin suratında aynı mimikler var. Tatmin olma ve arzu. Firar etmiş tüm tutkular. Bilmediğim her şeyin yüzüme çarpması gibi.  

 

Sahneden iniyorsun, yarım kalmış pet şişeyi kavrıyorsun hemen. Ne kadar mutlu olduğunu hissedebiliyorum. Sana aşık olmamak için senden ayrıldığımı bilsen ne yapardın onu düşünüyorum. Bir kadın başka bir kadına ne söylerdi? Kendini aciz göstermekten men etmiş kibrimden mi hesap sorardın önce? Buna hakkın var mı onu bile sorgulamıyorum şimdi. 

 

Seni tebrik etmeye geliyor insanlar. Ne kadar harika olduğundan bahsediyorlar. Albüm teklifi gelip gelmediğini soruyorlar. Geçiştirir gibi sıkılgan cevaplar veriyorsun. Haklısın diyorum içimden, sana hak verdiğimi bile bilmiyorsun. Vücudumdaki ateşi bilmiyorsun. 

 

Violin sanatçısının keman tellerini gerdiği gibi geriliyor her yerim. Gerildiğimde ne yapardım sahi? Yok mu sayardım dehşeti, yoksa gelip arkamdan sarılmanı mı beklerdim? Sorun olmadığına göre çözüm de yok mudur derdim?  

 

Biram bitince, tekila shot alıyorum, ardından meyveli cin tonik. Sarhoş olmamam için hiçbir nedenim yok. Eve nasıl dönerim diye endişelenmeme gerek yok. İlkin benim adım. Ben her zaman kendi başımın çaresine bakmayı bilmişimdir. Sen de böyle derdin değil mi Ateş? Beni görsen aynı şeyi düşünür müydün emin olamıyorum. Beni hâlâ tanıyor musun emin olamıyorum.  

 

Hayatın iniş çıkışlarına rağmen tüm mevsimleri kabullenirdin sen. Uzun yürüyüşler yapılan akşam serinliğini severdin. Normalde aldırış etmeyeceğimiz akan trafiği bile izlerdik birlikte. Artık anılaşmış olan insanların isimlerini dahi unutmazdın. 

 

“Ölümü anlamayı ve bunun bana iyi gelmesini reddetmeliyim.” demiştin bir keresinde. Hayattan zevk almayı, heyecan duymayı reflesk haline getiren algılarım, ne demek istediğini anlayamamıştı. “Ölmeye yaklaşmamak için söylüyorum her şarkıyı. Ölümün dayanılmaz bir hafifliği var.” diye devam etmiştin.  

Gözüne takılan her şeyi metaforlaştırırdın. Yamuk kesilen kahkülleri, çökmüş gözaltlarını, ruj lekesi kalmış sigara dalını, kumsaldan topladığın taşları… Seninleyken hiç bilmediğim o denizlerde yüzüyordum sanki. Hayatta her şeyin doğrusunu bulurum sanarken, senin varlığın içimdeki öfkeyi harmanlardı. Kaçışımın ilk belirtisiydi öfke. Seni bilememe hissini normalleştirememiştim.  

 

Hâlâ sarhoş değilim. Çakırım belki. Servis personelleri yanımdan geçerken, barmen kaç shot daha atarım diye meraklı bir şekilde yüzüme bakıyor. Sen bardan çıkalı neredeyse yarım saat olacak. Söylediğin her parçayı zihnimde tekrar tekrar yaşıyor oluşum ise acınası. Korkarak kaçtığım her şeyi yaşıyor oluşum kutsadığım aklıma aykırı. Hayat tam şu an bir trajedi.