Bulutsuz gökyüzünün ortasında yükselen ay geceyi gündüz kılıyordu. Kara Dağlar'da yuvalanmış yarasalar ve baykuşlar şehri kuşatmıştı. Halk kendini uykunun kollarına bıraksa da Buzlu Balık'da birkaç yabancı hala ayaktaydı. Fısıltılara kulak kabartan Sato hanın koridorlarında sansar misali sessizce ilerliyordu. Düşüne düşüne yumak haline getirdiği ihtimaller zihnini bulandırıyordu. Hikan gecenin geç vaktinde yatağından kalkıp sessizce gitmişti. Saatler geçmiş buna rağmen geri dönmemişti. Sato bu kanun kaçağının neyin peşinde olduğunu merak ediyordu. Ren'in odasından karanlık koridora sızan sarı ışık şüphelerini kabarttı. Kaşları uçmaya hazırlanan kartal misali çatıldı. Sinirden baştan ayağa titrer haldeyken farkında olmadan hançerini çıkardı. Çeliğin üstüne düşen yansıması çekti dikkatini. Kaşları uçmaya hazırlanan kartal misali çatılmış, yüzü kızarmıştı. Tahmin ettiği şey gerçekleşiyorsa ne yapacaktı? Bu sorunun cevabını kendisi bile bilmiyordu. 'Ne yapıyorum ben? Sadece üç gün vakit geçirdiğim insanların hayatına müdahale etmeye hakkım var mı?' diyerek kafasını iki yana salladı. Odasına dönmek üzereyken karşı konulmaz bir merak ele geçirdi onu. Öyle ki ayaklarına söz geçiremiyordu. Gölgesinin hizasına dikkat ederek Ren'in odasına yaklaştı. Gaz lambasının yansıttığı gölge oyunu Sato'nun kuşkularını doğruladı. Her adımında daha net duyulan sesler onu oldukça şaşırttı.


''Sato ve büyücü bizim dostumuz. Daha doğrusu henüz düşmanımız değiller. Bir yolculuğa çıktık. Şu an Perjev'deki bir handayız. Amacımızı hatırlıyorsun, değil mi?'' Ren onaylar gibi mırıldanınca konuşmaya devam etti. ''İyi o halde. Söylediklerimi sürekli tekrar et. Son zamanlarda çok unutkansın Ren.'' dedi bir öğretmen edasıyla.


Sato tahminleriyle gerçekleri kıyaslayınca kendinden utanmadan edemedi. İnsanın sahip olduğu yegane servetin akıl sağlığı olduğunu manastırda öğrenmişti. Bu servetten yoksun Ren'e acıyordu. Onu korumak adına çektiği kılıç Hikan'ı işaret ediyordu. Hikan'ın yaklaştığını duysa da karanlığın ortasında bir bostan korkuluğu gibi dikilmeye devam etti. Onu gören Hikan işaret parmağını dudaklarına götürerek susması gerektiğini gösterdi. Adımlarını yavaşlatmadan geçip gitti. Sato onun ardından ilerledi. Handan ayrılıp sokağa çıktılar. Şehir meydanına kadar sessizce yürüdüler. Sonra Hikan bir anda Sato'yu durdurup konuşmaya başladı.


''Konuşmamızı dinlemen ahlaklı bir davranış değil. Tanıştığımız günden beri senin keşiş olduğuna dair en ufak bir emare göremedik. Böyle devam edersen yollarımızı ayırmamız gerekecek.'' dedi Hikan gözlerinden alevler saçarak. Dudaklarını küfretmemek için birbirine bastırdı.


''Üzerinizde iyi bir izlenim bırakamadığım için üzgünüm. Fakat dini kimliğimi bir kenara bırakıp müdahale etmem gereken olaylar oldu bu süreçte. Bundan sonra daha dikkatli olacağım.'' diye cevapladı Sato sakince.


''Lafı eğip bükmeden söyle. Tecavüzcü olduğumu düşünüyorsun, değil mi? Hangi hareketim sende bu düşünceyi doğurdu?'' dedi Sato'nun yakasına yapışarak. Fısıltıyla söylediği cümleler yılan tıslaması gibi duyuldu.


''Tecavüzcü olduğunu düşünseydim çoktan ölmüş olurdun. Az önce yaptığım ve bundan sonra yapacaklarım sadece Ren ile ilgili. Zihni pamuk ipliğine bağlı birini tek bir insanın eline bırakmak istemiyorum. Şimdilik onun güvenliğini sağlamaktan başka bir şey yapamam. Ayrıca 'henüz düşmanımız değiller.' ne demek oluyor?''


''Ne dememi bekliyordun? Biz sadece aynı amaç uğruna yola çıkmış yabancılardan ibaretiz. Sen bana güvenmediğini açıkça gösterdin. Ben de sana güvenmiyorum. Bu yüzden burnunu başkasının işine sokma.''


Sato dudaklarını aralamıştı ki birkaç adım ötedeki meydanda bir gürültü koptu. Atların kişnemesi ve demir şıngırtıları bir savaşın habercisi gibiydi. Sato ve Hikan vakit kaybetmeden meydana doğru koştu. Gümüşten zırh giymiş, at üstündeki bir kadın şövalye yaşlı ve kambur bir adama hakaretler savuruyordu. Diğer askerler bu duruma karışmıyor, karakola doğru ilerliyordu. Kendini savunmaktan aciz adam adeta yalvararak bir şeyler anlatmaya çalışıyor, sözleri şövalyenin gür sesi arasında kaybolup gidiyordu. Sato müdahale etmek istese de Hikan onu durdurdu. ''Merak etme. Öldürecek hali yok.'' dedi fısıltıyla. Kısa süre sonra şövalye yere tükürüp karakola doğru ilerledi. Zavallı adam gördüğü muameleyi kendine yedirememiş olmalı ki olduğu yere çöküp ağlamaya başladı. Sato ve Hikan meydana sessizlik hakim olunca saklandıkları köşeden çıktılar.


''Sakin ol ve derdini anlat bana ihtiyar. Kutsal Ağaç Manastırının elinin değdiği yara iyileşir.'' dedi Sato. Yüzüne bir gülümseme yerleştirmiş, sesi insanın kalbine dokunan bir tınıya kavuşmuştu.


''Şehirden ayrılan çocukları kaçırıyorlar. Kurban edeceklermiş.'' dedi bir çırpıda. Bilmediği bir dilden cümleler duymuş gibiydi Sato. Bir türlü anlam veremiyordu. Kanı bedenini terk etmiş gibi ürperdi. Soğuk terler dökmeye, elleri titremeye başladı. Zihnine hücum eden anılar midesini bulandırdı. Kulaklarında gezinen çığlıkları güçlükle susturdu. Ellerine baktığında görmeyi beklediği kan yoktu. Gözlerini kapatıp derin nefeslerle sakinleşmeye çalıştı. 'Kurban etmek mi? Neden, nasıl?' dedi kendi kendine. En sonunda 'Lütfen bize bilmemiz gereken her şeyi anlat.' diyebildi. Sesi, son nefesini veren narin bir kuşun sesi kadar cılızdı. Hikan yaşlı adamın hıçkırıklar ve derin nefeslerle bezenmiş sözlerini dinlerken aklında planlar kurmayı ihmal etmiyordu.


''Bugün, akşamüzeriydi. Perjev ailesinin sürüsünü otlatırken bir çığlık işittim. Ne olduğuna bakmak için gittiğimde yolun ortasında duran bir parça bezden başka bir şey görmedim. Etrafta biraz dolaştım. O sırada eşkıyaların sohbetine kulak misafiri oldum. Çocukların kurban edileceğini, bu işi para için yaptıklarını duydum. Vakit kaybetmeden şehre dönüp karakola bildirdim durumu. Şövalye ve askerler yolda kısa bir devriye gezdiler. Hepsi o kadar. Kayalıklarda saklandıklarını söylesem de ciddiye almadılar beni.''


Perjev'in kuzeydoğusunda pusu kurmuş birkaç adam yolculuğa çıkmış gençleri ve çocukları hedef alıyordu. Şehri çevreleyen Kara Dağlar güneydeki yola aşılamaz bir set çekiyordu. Önce kuzeye ardından doğuya giden tek yolun etrafı devasa kayalarla bezeliydi. Bu kayalıklar saklanmak için uygundu.


Birkaç dakika önce yaşlı adamı hırpalayan şövalye onları görmüştü. 'Boş yere vaktinizi harcamayın. Bahsettikleri bir delinin zırvalarından ibaret.' dedi birkaç adım geriden. Yüzünün görülme ihtimali Hikan'ı korkuttu. Sato ise kadının yüzüne bakmadan 'Hanımefendi bırakın da vaktimizi nasıl harcayacağımıza biz karar verelim. Bu dava artık keşişlerin denetimindedir.' dedi. Kutsal Ağaç Manastırı başına buyruk olduğundan resmi kurumlarla arası sık sık bozuluyordu. Reksa'nın ihya edilmesi ve suçlulardan temizlenmesini sağladıklarından başkent bir yaptırım uygulamaktan çekiniyordu. Sato gezdiği yerlerde manastırın kudretini göstermek için rütbesi fark etmeksizin kimseye kendini ezdirmezdi. Vakit kaybetmeden meydanı terk ettiler. Hana doğru ilerliyorlardı. Hikan Sato'yu ikna edemezse Ren'in olaya dahil edileceğini biliyordu. Elini onun omzuna koyup zor da olsa durdurdu.


''Pusu kurdukları arazide onları bulmak zor olacak. Çocukları kaçırdıkları için sadece ikimiz bu işe uygunuz. Büyücü ve Ren'in bir faydası olmaz. Kocaman bir kılıçla gezen şövalye ile asa taşıyan bir büyücüyü bulaşmazlar. Gel seninle bu meseleyi bir an önce çözelim.'' dedi Hikan.


''Aklında nasıl bir plan var?''


''Herkes gibi davranacağız. Yol üzerinde yavaş adımlarla yürüyüp yüksek sesle konuşacağız. Bizi yakalamak için ortaya çıkacaklar.'' dedi.


Sato kafasıyla onaylayınca geri dönüp koşarak şehirden ayrıldılar. Caddeleri, sokakları, pazar yerini, bahçeleri rüzgar gibi geçtiler. Bir kuşun gölgesini kovalayan çocuk gibi geç kalmaktan korkuyordu Sato. 'Hiçbir çocuk benimle aynı kaderi yaşamayacak. Gandesur beni kurtardıysa ben de başkalarını kurtarmalıyım. Tek bir farkla... Ben geç kalmayacağım!' diye tekrar edip durdu. Sağı ve solu dev kayalarla çevrili yola girince dikkat çekici bir role büründüler.


''Dostum bu maceraya çıktığımız için çok heyecanlıyım. Ailemin haberi yok. Asurah'ın ruhunu ele geçirmek için sabırsızlanıyorum.'' dedi Sato yapmacık bir tavırla.


Hikan ''Niyetini bu kadar belli etme bari. Anlayacaklar. Aptal herif.'' diye mırıldandıktan sonra ''Aynen öyle. Evden kaçtığımızı anladıklarında çok kızacaklar. Gerçi onlar anlayana kadar çok uzaklaşmış olacağız.'' dedi yüksek sesle.


Birkaç dakika sonra Sato, doğadan aldığı hissiyatın arasına cılız bir kötülüğün girdiğini fark etti. Beyaz çarşafın üstüne düşen siyah leke gibi belirgindi aldığı hisler. Yanılması imkansızdı. Adım seslerine fısıltılar ve nefes sesleri karışıyordu. Hikan da takip edildiklerini fark etmişti. Bir süre sonra gizlendiğini zanneden birkaç haydut gördüler. Kayaların eğik durup yolu daralttığı bir noktada etraflarının sarıldığı açığa çıktı. Eli kılıçlı beş haydut dört bir yanı kuşatmıştı. Siyahlara bürünmüş haydutların kılıçlarının çeliğinde ay ışığı parlıyordu. Toy bir maceracı için yolculuğun ilk saatlerinde böyle bir bela ile karşılaşmak acı bir tecrübe olurdu. Fakat Sato ve Hikan birkaç suçludan daha korkunç şeyler görmüştü daha öncesinde.


''Nereye gidiyorsunuz gecenin bu saatinde?'' dedi en arkada duran sakalı yüzünün neredeyse tamamını ele geçirmiş, kirli bir adam.


''Maceraya atıldık. Herkes gibi biz de Asurah'ın ruhunu istiyoruz.'' dedi Sato.


''Bu halinizle hayatta kalamazsınız. Silahınız bile yok. Bize katılmak istemez misiniz?'' dedi bir başkası.


Sato ''Silahım var. Merak etmeyin.'' deyip cübbesinin altından hançerini çıkardı. Aniden ilk konuşan adama fırlattı. Hançer gecenin karanlığında bir ateş topu gibi ilerleyerek adamın boynuna saplandı. Diğerleri bu saldırının şokunu atlattıktan sonra kayalardan inip Sato'ya doğru koştu. Sato ile Hikan sırt sırta verip dövüş için pozisyon aldılar. Sato boynunu hedef alan bir kılıçtan kaçtı. Saldırısı boşa düşen adam yalpalarken dirseğiyle onun sırtına vurdu. Kırılan omurganın çıkardığı ses Hikan'ın bile irkilmesine neden oldu. Bir başkası Sato'nun yanına sokulmuştu sessizce. Sato hızla arkasına dönüp bir tekme savurdu. Öyle kuvvetli vurdu ki adamın kafası tekerlek gibi döndü. Bir ölüm meleği gibi elinin değdiği herkesi canından ediyordu. Haydutlardan biri kılıcını rastgele sallayarak kendini korumaya çalışsa da Sato bileğini yakalayıp kılıcı adamın yüzüne sapladı. Tüm bunlar yaşanırken Hikan bir dansçı gibi uyumlu adımlarla saldırılardan kaçıyordu. İlk fırsatta hançerini birinin kalbine sapladı. Kurban edilmiş hayvan gibi son kez çırpınsa da fayda etmedi. Hikan kan gölünün ortasında diz çökmüş yaşayan son eşkıyanın yanına gitti. ''Kaçman için sana fırsat veriyorum.'' dedi sakince. Katlettiği adamın kanıyla yıkanmış yüzünde kahverengi gözleri yıldız gibi duruyordu. Korkunun pençesinde kıvranan adam tek kelime etmeden kayalara tırmandı. Sato peşinden gidecekken Hikan onu durdurup ''Bırak gitsin. Paçaları kan içindeyken izini kaybettiremez. Gitmesine izin vermezsek diğerlerinin yerini öğrenemeyiz.'' dedi. Birkaç dakika sonra havayı koklayarak ''Kokusu hala belirgin. Sanırım kampları çok uzakta değil.'' dedi.


Kayalıklara tırmanıp yürümeye başladılar. Bir kulaç uzunluğundaki kayalar gökteki bir el tarafından serpilmiş gibi dağınıktı. Kayaların arasındaki boşluklar birkaç insanın sığabileceği kadar genişti. Düşüp yaralanmamak için adımlarına dikkat ettiler. Sato'nun algılama yeteneği ile Hikan'ın hassas burnu yan yana gelince sığınağı bulmaları pek zor olmadı. Kayaların bittiği yerde geniş bir düzlük, biraz ötedeyse küçük bir mağara ağzı görünüyordu. Yedi kişi mağaranın girişini koruyordu. Hikan'ın canını bağışladı kişi elebaşı olduğu belli olan birine durumu anlatıyordu.


''Sadece iki kişiydiler. Karşılık vermemize bile izin vermediler. Bir anda herkesi öldürdüler.''


''Ne diyorsun sen? Beş kişi iki veledi yakalayamadınız mı? Bıyıkları terlememiş çocuğa bile yenilirsiniz. İşe yaramaz köpek sürüsü!''


Sato Hikan'a dönüp fısıltıyla 'Ben onları üstüme çekeceğim. Sen mağaranın girişi korumasız kalınca içeriye gir. Çocukları orada tutuyor olmalılar.' dedi. Daha sonra gizlendiği yerde kalkıp 'Adamına kızma. Yeterince güçlüysen istediğini gel de kendin al.' diye bağırarak tüm dikkatleri üstüne çekti. Yavaş adımlarla ilerlerken manastırda öğrendiği bir şiiri okumaya başladı. Vücudundaki tüm hiddet kelimelere dönüşüp dudaklarından yayılıyordu. Dişleri birbirine çarpıyor, tükürükler saçıyordu.


''Sesimiz yeryüzünde yankılanırken sessiz kalanlar

Bu kutsal şarkımıza eşlik etmeyenler

Çiçekler içinde gezinen yılanlara benzer

Bizler canımızı hiçe sayıp yılanların başını ezeriz

Bizler iyiyi yaşatmak için kötüyü canından ederiz

Bizler son nefesimize kadar bu şarkıyı söyleriz''


Haydutlar bu silahsız gencin neye güvenerek meydan okuduğunu anlayamamıştı. Sato zihinlerini okumuş gibi ''Ben sadece tanrıya güvenirim. Kılıçlar ve mızraklar kutsal alevle yanan bir yüreği delemez.'' diye haykırdı. Küçük bir çocuğunki gibi temiz ve masum görünen yüzünde damarlar belirginleşmiş, beyaz teni ateş kırmızısına dönmüştü.