Odasından çıktığın kadın gözlerini ayak ucuna indirdi. Neden bu kadar saçmaladığını düşünüyor.

Bir keresinde bir madalya övgüsü duymuştum.

—Ve hiçbir şey olmadı insanlar aya çekilirken. Gölgeleri uzuyordu. İnce ve saydamdı gölge, insanlar acayip bir hükmün peşinde. Tutku bu olmalı.

İnsanlar ikiye ayrılır: yavşaklar ve kuşlar. Tanrı yavşaklara dahil, sen kuşsun, henüz yavru. Uçmayı bilmiyorsun, öğrenmek istemeyeceksin. Yavşaklar kuşlarla ilgilenmez, onlar izleyicidir. Onlar uçanla kaçanı gözler. Yerdekilerle dalga geçebilir. Tanrı ise izlemeyen tek yavşak. Bir vakit Tanrı'yken kuş olmaya özenmiştim. Şimdi yavru.

Dükkanlar öğleyi geçiyor, kimsenin eve dönesi yok. Biri sokağa çıkmış, elinde gri bir flüt. Benim ortaokuldaki flütümün grisi. Dileniyor, fırıncı el etti.

—Artık dolanmana gerek yok, al sana ekmek. 

Ayda hayat yok, öyle değil mi? Bunu hiç sormadım kendine. Kendin ve sen ayrı gezegenlerin insanısınız, yavşakla kuş bozması. Ayda hayat, seninle odadan hiç çıkmamak. Tüm vasıfsızlar, her gün işe gidenler, doyumsuzca beni arayan ama ulaşamayan babam, dünya da garip bir hayat.

10 Temmuz’da kırmızı bereli bir adam geçti. "O da gider." diyor bir deli. Amca yine geldi.

Harabemde kimse yok, yavşaklar dahil. Bak, sana fırsat veriyorum gelmeden kaybolman için. Pelerine ihtiyacım var, diyorsun.

—Hiçbir şeye ihtiyacın yok. Herkes senin gibi bakıyorsa görmüyorum demek basit değil mi?

Bebeğimin mezarına geldim.