tavandaki nereden geldiğini hiçbir zaman çözemediğim, ölü hayaller tutan kurşun kalem izleri, rutubette salınan kumaştan kuşlar, dikkatsizce yandaki duvara bantlanmış birkaç kağıt. gökyüzüne bakmaya korktuğum vakit beni aydınlatsın diye serpiştirdiğim yedi sarı soluk yıldız. gece pencereyi açık unuttuğum için boynum tutulmuş. [unutmadım.] üzerimde ne olduğunu anlamak için çok uykulu olduğum bir ağırlık var, ufalanıyorum. 


bu çirkin sabahta beni uyandıran karın ağrımın yaşama anlam verip veremediğimden olup olmadığını düşünüyorum. 


perdeyi açıp kendimi yeni bir günle cezalandırırken bu ışığın görüşümdeki karanlığı değiştirmediğini fark etmem uzun sürmüyor. 

bedenim içimdekileri kaldıramıyor, ufalanıyorum.

rüzgar beni götürmesi gerekirken yüzüme yüzüme esiyor. kendimden kaçışlarımın ne kadar anlamsız olduğunu hatırlatıyor bana. 

banyonun loş ışığında baktığım çehre ürkütüyor beni. tenime kar yağmış, yanaklarım gözlerimden akan nehirlerle ıslanmış. nehirlerin içinden birkaç titrek kırmızı gül biter. bana yıllardır görülmemiş, giderek yıpranmış bir portreyi andırıyor yüzüm.


zamanın akışı etrafımda vızıldıyor. sanki günler, aylar, seneler geçebilir, insanlar, yerler, fikirler değişebilir ama ben olduğum yerde kalırmışım gibi. tek adım öteye gitmezmişim gibi. 

hissizleşmeme rağmen varlığını sürdüren, nasıl tanımlayacağımı bilmediğim bir oluşum içinde yüzüyorum. tekrarlar ve tekerrürler, sıkıntılar ve sıkılmalar, bunalımlar ve buhranlar zihnimi karışlıyor, ufalanıyorum.

sanatsal olabilir, eteklerime taşlar bağlayabilir veya kafamı bir fırına sokabilirim belki; ama fiziksel varlığı sonlandırmak -bilincimin tam anlamını bulmadan- beni rahatta tutmaz. 

kısılmış gözlerimi kırpmadan bedenimle bakışıyorum, eski bütünlüğüme erişmeye çalışıyorum. soğukta üşüyen ayaklarım olmasa, yarattığım bu ayrılık kaosunda yok olacak, sonsuza dek bu aynanın önünde dikileceğim, biliyorum.


[böyle biri olmak için kaç ömür sevgisiz büyüdün?]


ruhumun bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışmadım değil, kusana kadar yemek yedim, başım ağrıyana kadar uyudum, içime dolar umuduyla sağanak yağmurun altında bekledim. baştan aşağı ıslandım ama dolmadı içime, sızmadı bile. ama bu noksanlık yalnız zaten var olan uzaklaşmış benlik algısıyla dolabilir. biliyorum ve ufalanıyorum.


[şimdi sonsuza kadar hiç olmayan bir şeyin eksikliğini çekmekten korkuyorsun.]


şu ana kadar gerçekleşmeyen mucizeler bundan sonra da gerçekleşmeyecek. sarsmak istiyorum kendimi, kavrayıp omuzlarımı deli gibi sarsmak ve ‘olmayacak’ diye haykırmak istiyorum. elimi yüzümü yıkıyorum. tenimi yakan kaynar su, içimdeki buharlaşıp göğe karışma arzusunu bastırabilecekmiş gibi.


tek bildiğim aynada baktığım ve bakmaya devam edeceğim yüz. abartı olduğunu düşünsem, şikayet etsem de devam ediyorum. başka seçeneğim yok, bu saplanış bir seçimse eğer.


tek bildiğim, göz kapaklarımın içine çivilenmiş portrem. silemiyorum, ufalanıyorum.