ağıtlar ve ayinler tutuşuyor elimi her bıraktığımda

elsa yüreğin kendisinden habersiz duruyor karşımda

ağrılar somut bulup özümsedikçe bedenimi

affından ayrı argın bir tay kadar düşüyorum


ciltsiz hayatından tutunup okudukça boş sayfalarını

ayrılıklar mimleniyor mayhoş dudaklarımda

yine yeni kelimeler bulup ikiye ayırıyorum

elimde musa'nın asası da yok üstelik


saksılarda karanfil yetiştiremiyorum

kana bulanmış çakıllardan sadece yeni dinler yeşerebiliyor

haykırışlarım yankılandıkça içimde

düşlerin gerçeklik payını hesaplamaktan uzak duruyorum


karanlığın dilini kullanan kaç kişi kaldı sanki

ne diye kendini anlatmak için kendini harcıyorsun

solgun duvarlarımda sonsuz dua saklanıyor

bavyera'dan görebiliyorum yalnızlığını


rüzgarını bekleyen kum taneleri gibi oluruna teslim

darağacına yuva kuran ağaçkakanlar kadar ölüme sevdalı

göz kapanlarım yorgunluğumu sahiplenip

beni, benden kurtarmak istediğini anlıyorum gökyüzüne her baktığımda


kaburgalarımdaki kızgın hançer

mezarımdan doğrulup bir sırrı muhafaza eder gibi

gerdanından boydan boya karanfiller öpüyorum

öptükçe ölümler doluyor ve anneler ağlıyor


zifiri nidalar aydınlatır yanık ve gömülmüş şehirleri

bir hatıram ayaklanmış

şehrin aynalarından kaçarken karşılaştığım

o son vedanın müphem yalınlığının merhabası


şimdi bu manasız varlığıma yadigar bir kalbim var

bu engin tepelerinin ardından güneş kendisini bırakıp

akşam olunca

kaybettiklerimi hatırlayacağım

bunu farklı dillerde farklı şekilde ifade ediyorlar

yani şu mahcup revizyon ve hüznümle debisini değiştirdiğim hayatım

son bulmak için çabalarken

beni bu sahnede tutan ne bilmiyorum