I.
selâmun aleyküm aziz pîrim, huzuruna sana hâlimi arz etmeye geldim. birazdan sabah ezanı okunacak ve ben namazdan evvel şöyle diyeceğim, niyet ettim allâh’ım senin rızâ-i şerîfin içün senin râzı olacağın bir yaşam sürmeye... lutfet, bırakma elimi. iyi değilim, gerçi iyi değilim dedikçe kötü oluyor insan bilirim. estağfurullah, estağfurullah, estağfurullah, elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah. iyiyim, iyiyim, iyiyim hamdolsun aziz pîrim. bir sen, bir sâdettin ökten üstad... siz gibi olabilmeyi başarabilecek miyim? “sana ne ulan, sana ne!” zikri çekiyorum bu aralar, nefsimi ezip paramparça etmek istiyorum, sanki mükemmelmişim gibi sürekli başkalarını eleştirten bu aşağılığı alnının çatından vurmalıyım aziz pîrim. kirlenmemeye çalışıyorum, elimdeki nîmet korkutuyor beni. alışılmış yalnızlığım bırakmıyor yakamı. Türk gibi yaşayıp Türk olarak öldün sen, ne büyük ihsan... gerçi pek sevdiğin yunus emre efendimiz -ki hâşâ övünmek gibi olmasın, hemşehrisi olmaktan şeref duyarım, mâlum sivrihisarlı’dır- “yunus öldü deyü salâ verirler / ölen hayvan imiş âşıklar ölmez” buyurmuş, ona istinâden sana ölü demekten imtinâ ederim. âsitâne’ye her varışımda tanrı’nın izniyle hissediyorum rûhen orada olduğunu. ben yolun başında bir cerrâhî’yim, hatâmla günâhımla ham bir çeliğim. döveceğim, döveceğim bu kendimi mukaddes çekiciyle resullulah efendimizin ve ışıl ışıl olmasa da, olamasa da mümkün mertebe temiz bir Türk kılıcı elde edeceğim izniyle rabb’imizin. ah! “başımı kaldırsam bir, şu gavur dünyâdan...”
musâ hiram duvarcıoğlu
12/5/24 - İstanbul