Bir zaman makinesi olsaydı şayet, önce sevdiğim yazarlar ile tanışmak isterdim. Biraz oturur, biraz viski içer, çokça sigara ile seni anlatırdım. Biraz dertleşmek isterdim onlarla, muhakkak işime çok yarayacak önemli anektodları cebime koyacaklardı. 

Muhtemelen Hemingway benim kendi gibi kafayı sıyırmış olduğumu düşünecekti, Didem Madak beni yerden yere vuracaktı, Zweig abimiz beni yargılayacaktı, Turgut Uyar bende kendi benzerliklerini görecekti, Cemal bey soyadında kaybettiği “y” harfini anlatmaktan vakit bulursa beni dinleyecekti, Sabahattin Ali içimdeki şeytana ulaşmaya çalışacaktı… Ama beni bi' Oğuz Atay anlayacaktı.  


Yıllar ve roller iç içe geçmiş garip bir aşk hikayesi. “Keşke beni sevse..." Kim kaç kere söyledi acaba… “simdi neredesin” milyonuncu tekrarını mı yapıyordu? 


Kuşku bir fare gibi kemiriyor insanın içini. Kemirmesin de çok sıkıntı yok açıkçası ama bunu insan canlıyken yapması biraz sinir bozucu. Acaba beni seviyor mu? Beni eskisi kadar seviyor mu? Hâlâ bende mi? Yoksa gitti mi? Gitti de itiraf mi edemiyor? Yoksa kendine dahi yalan mı söylüyor? Ben kıymetli miyim onun için? Yoksa bir alışkanlık mıyım? Yoksa bu sefer yine yeniden yerleri mi değiştirdik? Yerimiz neresi? O sahici yıkım onu dönüştürdü mü? Beni dönüştürdü mü? Beni umursuyor mu? Bana yalan söylüyor mu? O da aşkım diyor mu? Her şey için geç olur mu? Erken olur mu? Peki olursa ne zaman olur? Simdi değilse ne zaman olur? Ben ona yine alışabilir miyim? O bana yine alışabilir mi? Yoksa biz hâlâ birbirimize alışık mıyız? Ben ona yeniden güvenebilir miyim? O bana yeniden güvenebilir mi? Peki neden yanındayken hâlâ ateş basıyor? O ateş onu da basıyor mu? Beni görmeden yapabiliyor mu? Benden haber almadan yapabilir mi? Ben yapabilir miyim? Bana yeniden içini açar mi? Ben yeniden içimi kapatır mıyım? Yeni arkadaşlarına alışabilir miyim? Eski arkadaşlarımla yeniden olabilir mi? Beni seviyor mu? Bana hâlâ aşık mı? Beni yarı yolda bırakır mı? Benden kaçar mı?


Bütün bu sonsuz sayıdaki soruların sonsuz tane cevabı olduğunu bilmek, beni sonsuz kere uykusuz bırakıyor. Bazen yalnızca sızmanın hayalini kuruyorum. Huzurlu ve mutlu. Şimdi burada olsaydı Oğuz Atay, bana bu yazdığı kelimeleri okuturdu;


“Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım(…)


(...)Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi Bilge, aklını başına topla.

Ben iyi değilim Bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim(…)


(...)Bütün bunları yazarken hissediyorum ki, bu satırları okuyunca bana biraz acıyacaksın. Fakat bunlar yazı, sevgili Bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor(…)”


“Söylediklerimden daha fazlası var” senin haykırışındı hatırlıyorum. 


Ve dua ediyorum “lütfen söylediklerinden daha fazlası olsun.”