Anıların güzel olanları da, kötü olanları da hep hüzünlendirir. Güz gibi gelir. Yel gibi alır bir parçanı. Fırtına patlar yüreğinin tam orta yerinde. Kaosa sürükler seni o siyah, o puslu, o en siyah gece.
Sorarım sana, “Sen hiç gözlerinden birkaç damla yaş yanaklarını ıslatırken en harika anıyı hatırından çıkarıp aynı anda gülümsedin mi?”. Bilmem ötesini. Ötesi hayli karanlık. Işığa kaçma eğilimi beynimde. Ölüm içgüdüsü gibi. Çırpınan bir ruhun çığlıkları en fazla ne kadar uzaktan işitilebilir?
Sen hiç bir sokağı sevdin mi? Durup durup o sokakta bir sigara içtin mi? Geçtin mi tüm o sokaklardan şişelerce şarap içip?
Yağmurlarında ıslanır anılar. Sonbahar sanki biraz daha acıdır. Titreyen sokak lambaları, sırılsıklam kaldırımlar ve sararan yapraklar. Doğa ana. Yeniler kendini durmadan. Peki ya insan? Bir gülüşle yeşeren o bahar bahçeyi, tek bir cümle ile bertaraf edildikten sonra yeşerir mi yeniden?
Her anı siyah bir gece demek bazen. Her biri başka bir sual. Ve tek bir sualde onlarca cevap. Aklını kemirir biliyorum. “Ya öyle yapsaydım? Yahut bunu deseydim. Yada şöyle davransaydım.” Liste uzar gider. Bildiğim tek bir şey varsa eğer, oda ne yaparsan yapsaydın da baharını bahçeni sonsuza dek yok edecek o fırtına o alev dudaklardan çıkıp kalbinin tam ortasına saplanacaktı. Onlarca sual tek bir cevap. Herşey olması gerektiği şekilde oldu ve olmaya da devam edecek.
Sayın okuyan, şimdi birkaç tohum daha ek gönlünün en güzel yerine. Ve bekle baharı yeniden. Bir gün elbet başka bir güneş gelip yeşertecek bahçeni…