Âh güzelim!

Güzelim bahrî

Bir selâm kadar kolay

Bir selâm kadar yakın

Bir selâm kadar burada

Bir selâm kadar küçük

Bir selâm kadar hazır

İse

Yenmek yüreğini


Canını küstürmeleri de zor

Hiç-de-zor-de-ğil-ki

Çalmak hevesini

Yarıp boğazından

Yutkunamadan

-Adem’in elmasına karışan Havva’dan beri-


Ustasıdır gri gözlerin çünkü

Ve yanan bir teras katında izler

Göğün yedisini

yerlisini

kaçışını

Jüpiter söyler bazenleri

En büyüğü olsa ne çıkar yolunun saman

İnemedikten sonra kaçıp dünyadan


-Öylece işte-

Kalakaldık bahrî

Kalmalara kaldık

Nuh da gitti

-Böylece-

Kalakaldık



Zamanı bırak şimdi

Saat belli evvelsi günden

Yenildik bahrî

Gel gör neye- kime- neden

Ya da gelme görme

Saat geçmiş çoktan

ahirden- dünden- gülden-

Bırakalım soruları can

Cevaplar belli ayaküstü şiirlerden



Soruları bırakabilen olsaydın

Bırakmayı

Bilmeyi bilen

Cevapları sonra

Nuh da gelirdi

Karanfilden bir dağa doğru

Limandan mezarıma doğru

Mendirekler tozlara doğru

Hevesin dönerdi doğru

Yollar dönerdi


Çelme takmadan Sâmirî’ye

Tuvâ'yı aramak mümkün değil doğru

İtiraf edemiyorum nereden estiğini

Gecenin şu soğuktan yeli fakat

Güzgülleri getiriyor kokusunda yanmış



Sen bırakamadın sorularını

Tutamadılar cevabı s’onlar

bildin

bilemedin

sustun

Bir afet içinde

Bir afet için

Bütün hacmiyle nefesini arıyorken bahrî

Duyanın olmaması

Bu kadar mı fark etmez

Bu kadar mı fark eder

Duyanının olmaması





Gemiyi değil

Nuh’u soruyor bahrî



Fırtınayı

Tufanı

değil

Bahrî’yi arıyor bahrî..





Mirza Şâmil.

31Aralık’23




.