Daha çok küçükken yani hayat hakkında hiç fikrim yokken; aşk tesadüfleri sever filminde geçen bir söz; beni bugün olduğum kişi yaptı. Şöyle diyordu;

''Hayat bir çerçeve gibidir.'' diyordu. Sonra oğluna; senin çerçeven çizilmiş onun dışına çıkamazsın diye devam ederken ilerleyen sahnelerde benim için epik olan kısma geliyordu. ''Mesele o çerçeve değilmiş, mesele o çerçevenin içine hangi resmi koyduğunmuş.'' Belki aylarca düşündüm bu metafor üzerinde. Gerçekten çerçevelerimiz sabit miydi, sadece çerçevenin içine koyduğumuz resimler kadar mı vardık?

Senin çerçeven çizilmiş, sınırların dışına çıkamazsın dediği için ben bunu kendi açımdan hayat pencere gibidir diye çevirdim. Çünkü çerçeveler çeşit çeşit olabilir ama bellidir. Peki ya hayata baktığımız pencereler?

Uzun tren yolculuğunda ki pencere, otobüs penceresi, araba penceresi, evimizin penceresi, gittiğim her yerde ilk pencereleri aradım. Çünkü onları açıp derin bir nefes alıyorduk. Tıpkı doğum gibi, tıpkı sabah uyanmak gibi, tıpkı bugün yeni hayatımın ilk günü demek gibi. Açılan pencereler her zaman umut vaat ediyordu. Mesela karanlık bir geceye açılmazdı hiç bir zaman pencere, hep güneşli günlere açılırdı. İlk cemre havaya düştüğü zaman; kış gelene kadar açık kalırdı pencereler. Nasıl ki kış durup dinlenme zamanı, yaz hareket, bereket. İşte açık pencerelerde benim için onunla özdeşmişti.

Ayrıca pencereniz de sizinle hareket ediyordu, şekil değiştiriyordu. Ve en önemli kısım; pencerenizin manzarasıydı. Yani sabit bir pencerede otursanız bile manzaranız değişmeye devam edecekti. Tıpkı hayat gibi akışkandı. Oysaki fotoğraf, resim duruyordu. Onu hep ilk günkü gibi hatırlardık. Manzaralarsa ise; değiştikçe, dönüştükçe yaşamı iliklerinize kadar hissettirirdi. Her gün yürüdüğünüz sokakta yeni açılan mağaza misali....

Sanırım bu metafora uzunca süre o kadar çok bağlandım ki; aşamadığım her şeyi uzun otobüs yolculuklarıyla aşmaya başladım. Eğer halledemediğim bir sorun varsa hayatımda; durup dinleyemiyorsam onu. Veya bütün cesaretimle karşısına dikilip konuşalım ne oluyor diyemiyorsam hızlıca penceremi yanıma alıp, manzaramı değiştiriyordum. Manzaram ne kadar hareket eder ve ben aynı yerde durursam kabul edemediğim, içimde oturmayan her şey oturmaya başlıyordu. Önemli olan gerçekten de varmak değil; önemli olan yolculuktu.

Yolculuk uzun soluklu okuduğum cümle ise; varmak onun noktasıydı. Çünkü vardıktan sonra yeni bir yolculuk başlayacaktı, tıpkı noktadan sonra devam eden cümleler gibi.

Pencerelerimi her zaman yanımda taşıdım. Eğer olurda kendimden sıkılırsam onu evde bırakamadığım için manzaramı değiştirdim. İkisi de çözüm getirmiyorsa penceremi kapatıp bir süre karanlıkta otururum. Çünkü elbette mevsimler değişecek, gece gündüz olacak, karanlığa aydınlık doğacak ve değişim gelecek. Bazen bu değişimlerin gecesinde bazen de gündüzünde oluyoruz. Fark etmek lazım pencerenizi açık mı bırakmak istiyorsunuz yoksa kapatıp üstüne perdeler mi çekiyorsunuz?