Furkan’ın tepesi atmıştı. On beş dakika geç kalmıştı kurye. Dişlerini kemiriyor. Kirli tırnağıyla kollarında yeni çıkmış küçük sivilceleri yoluyordu. Ne zaman strese girse aynı şey oluyordu. Beyaz iri kollarında sivilce arıyor, tırnaklarını batırıp o beyaz veya sarı şeyin çıkmasıyla rahatlıyordu. Kollarında ve omuz bölgelerinde kırmızı ve siyah lekeler doluydu. Furkan bundan tatmin oluyordu. Annesinden ne zaman dayak yese, aynı şeyi yapar dururdu. Bu, annesini tekrar sinirlendirip dövmesine neden olsa da kendini durduramıyordu.


Zil sesiyle sivilcelerini sıkmayı bırakıp koltuğundan kalkmaya çalıştı heyecanla; iki yüz altmış kilo olmanın sorunlarıyla boğuşup kıçını zor soktuğu koltuktan kollarıyla destek alıp doğruldu, ama nafile. Vücudu inatla yerinde duruyor, yer çekimi ile haince anlaşıp Furkan’a işkence ediyordu.


Biraz daha uğraştı. Zil ardı ardına çalıp sinirini dürtüyordu. Sonunda pes edip “Kapının öne bırak,” diye bağırdı kuryeye.


“Furkan Bey, isterseniz odanıza kadar getirebilirim.”


“Hayır, istemez, bir dahakine,” dedi Furkan. Kuryenin otuz saniye bekleyip, sonra koridordan uzaklaşan ayak sesini duymasıyla rahatladı. Bahşiş alamadığı için üzüldüğünü tahmin edebiliyordu Furkan. İyi bahşiş verirdi. Bir dahakine artık…


Şimdi işin zor kısmı kalmıştı. Deli gibi yemek istiyordu ama koltuğa yığılıp kalmıştı. Tombul suratından ter akıyor koltuktan kendini kurtarmaya çalıştıkça nefesi kesiliyordu. Ama sonunda vücudunu doğrultup kalkmayı başarmıştı. Gerisine dönüp deri koltuğa baktı. Koltuk büyük bir şeydi. Vücudunun izi kalmıştı. Ama artık yaşlanmıştı Furkan için. Küçük geliyordu. Değiştirilmesi şarttı. Aklına bir yere not etti bunu.


Sonunda ter ve kan içinde eğilerek paketlenmiş yemeğini alıp, mutfağa geçince neredeyse bayılacaktı. Bir an gözleri kararmış, ciğerlerine nefes gitmez olmuştu. Beli de ayrıyeten ağrıyordu. Bacaklarından sarkan yağ tulumların arası terlemiş, kendini sümüklü böcek gibi hissetmişti. Kollarını kaldırıp alnındaki teri silecek gücü bile kalmamıştı.


Ama sonunda başarmıştı, mutfakta rahat yemek yemek için aldığı kocaman koltuğa atmıştı kendini. Açlıktan deliye dönmüştü. Hemen pakete saldırmış, beş tane büyük dana etli özel soslu hamburgerleri göbeğine dizip, diyet kolasına pipetini sokup yemeye hazırlanmıştı. Ama patates kızartması soğuktu. Kaşlarını çattı bu duruma. Dört adet büyük boy pizzasını hamburgerden sonra yemeye karar aldı. En güzelini sona saklama gibi çocukça huyu vardı.


Ve yemeye koyuldu. Kıtlık çeken Afrikalı bir çocuk gibi yiyordu. Tombul dudaklarından giren yemekler, ağzında öğütülüp daha sindirilmemiş diğer yemeklerin olduğu mideye yollanıyordu. Furkan yemeğe tapıyordu. Ağzında, dilinde bıraktığı o his, yaşama nedeniydi. Tüm tatların dilinde dans etmesi seksten bin kat daha iyiydi. Kendini durduramıyordu. Yemek yemeyi düşünmediği bir anı bile yoktu.


Hamburgerler bitmiş, çöpleri etrafa savrulmuştu. Diyet kola şişesinin birisini, çöpün içine basket atmanın verdiği sevinçle pizzalara geçmişti.


İtalyanları delirtecek kadar mayonez döküp yumulmuştu pizzalarına. Mayonezsiz bir dünyada yaşamak istemezdi Furkan. Düşüncesi bile onu korkutuyordu.


Yemeğini bitirmişti. Yanakları tarafından baskı gören iri dudaklarında yemek artıkları, göbeğine düşen mayonez ve salam parçaları Furkan’ı rahatsız etmiyordu. Midesi dolmuştu. Bu Furkan’ı üzüyordu. Daha yeni yemek yemesine rağmen birden annesinin ona yayın balığından yaptığı yemek aklına gelmişti. Böylece diğer öğünde ne yemek istediğini düşünme zahmetinden kurtardı kendini. Yanında da tatlı istiyordu. Evet neden olmasın ki. Bugün kendini şımartmak istiyordu. Antep fıstıklı beş kiloluk bir baklava mükemmel olurdu. Tüm bunları düşünürken diğer yandan da patates kızarması yiyordu. Çenesinin boş kalmasından hoşlanmıyordu.


Annesi yaptığı kadar iyi bir balık yiyemeyeceğinin farkında olsa da, hayali bile ağzını sulandırıyordu.


Gerçi annesinin şu an kendisini görse ne düşünürdü. Büyük ihtimalle kusar, iğrenmiş bir bakış atıp söverek odayı terk ederdi. Furkan bundan emin olamıyordu. Annesinin büyük hayal kırıklığı olmuştu hep. Her zamanda öyle kalacaktı.


Küçükken başını okşayıp ninni söyleyen o annesi yoktu. Aile yemeğine otururken, günün nasıldı evlat diyen babasının yokluğunda annesini yitirmişti. Annesi hep şişmandı. Sürekli yemek yerdi. Çok iyi de yemek yapardı. Bazen, hatta bazen değil sürekli annesinin yemeğini özlerdi Furkan. Hayatı boyunca hiçbir zaman öyle lezzetli yemek yiyemeyecekti. Bu acı gerçeğin farkındaydı.


Zengindi Furkan. Eğitim görmüş karlı bir yatırımla bir yazılım şirketi kurup köşeyi dönmüştü. Sonra, sonra yemeye başlamıştı… Ünlü pahalı restoranlarda yemek yemiş. Bazı insanların yıllık kazancından fazla olan bir halta yaramayan yemeklere para akıtmıştı. Ama annesinin yemekleri farklıydı. Tanrının elleri dokunmuştu o lezzetlere. Başka açıklaması yoktu.


“Baban senin yüzünden terk etti,” bizi demişti annesi, bir gece Furkan’ı uykusundan kaldırıp. Gözlerini kamaştırıp ne olduğunu anlamaya çalışırken bir tokatla yastığa gömmüştü. Hıçkırıklar ve tokatlar hala rüyasına giriyordu Furkan’ın. Annesi her gece bunu tekrarlamıştı. Yemek yedikçe ve kilo aldıkça bu şiddet daha da artmış, küfürler ve hakaretler eşliğinde kemerle dayak yemeye başlamıştı Furkan.


Babasını bir daha hiçbir zaman görmemişti Furkan. Bir gece sessizce tek kelime etmeden gitmişti. Hiç var olmamış gibi. Annesi her ne kadar bunun kendisinin suçu olduğunu söylese de Furkan gerçeğin farkındaydı. Annesi şişmanlamıştı ve babası şişman tembel insanlardan nefret ediyordu. İkisi de bunu biliyordu.


Ve Furkan liseye geçtiğinde uzun boylu ince geniş yapılı bir delikanlı olmuştu. Kızların hayranlığını ve utangaç gülümsemelerini kazanıyordu. Annesinin dayakları babası gibi bir piç olmakla pekiştirip sertleşiyordu. “Baban gibisin sen de, fit ve sağlıklı olduğun için iğrenen gözlerini görmüyorum sanma seni sümüklü böcek. Ben senin annenim. Böyle aşağılanmayı hak etmiyorum.”


Sonra ilişkileri değişmişti. Furkan büyümüştü. Yakışıklıydı ve üniversiteyi bitirmiş iş kurmak için para bulmaya çalışırken, tekrar annesin evinde kalmak zorunda kalmıştı. İşte o an Furkan’ın bile hatırlamak istemediği bir evreye dönüşmüştü ilişkileri.


Annesi her akşam odasına ziyaret eder olmuştu. Elinde kemer olmadan. Üstünde sadece dantelli geceliği ve şimdi bile hatırlayınca kusma isteği doğuran o bakışlarıyla odasına girerdi. Annesinden hep korkmuştu. Ama her zaman da sevmişti. Otoritesini sevgi ve korkuyla yönetmişti üstünde. Odasına girdiği ve ışıkları söndürmesini istediği gece, Furkan sesini çıkaramadı, çıkarmadı. Sadece gecenin bitmesi için sessizce ağlarken dua etti.


Ve geceler geceleri takip etti. En küçük fırsatta, annesini geride bırakıp anılarına gömerek iş hayatına atıldı. Sıkı çalıştı. Gecesini gündüzünü çalışmaya ayırdı. Evlendi bir çocuğu oldu ve sonra…


Annesinin ölüm haberi ile hayatı tepe taklak oldu.


Furkan yemeye başladı. Tıpkı annesi gibi. Kendini durduramaz olmuştu. İş toplantısında yemek yemeyi düşünüyor. Karısıyla sevişirken büyük boy bir pizzanın sıcaklığı için deliriyordu. Neticede karısı çocuğunu alıp terk etti. Yönetici koltuğundan ayrılıp kendini evine kapatıp yemeye başladı. Bir iş, hayır, bir sanat eseriymiş gibi saygı ve hürmetle yemeye devam etti. Tanrısını bulmuş bir dindar gibi, haç yolcuğunda ki bir keşiş gibi yemeye devam etti.


Furkan, iş arkadaşlarının isteği ve baskıları sonucunda psikolojik destek almaya zorlanmıştı. Gereksiz para harcamak olarak gördüğü tedaviden nefret ediyordu. Ketumdu, hayatı boyunca pek konuşkan olmamıştı. Özellikle kişisel hayatına düşkündü. Kendinden bir parça anlatma düşüncesi Furkan için dehşet vericiydi. Tüm yaşanmışlıklar zihninde kapalı, anahtarı da ona aitti. Bir başkasına değil.

Doktoru bu sorunu keşfetmişti ve acımasızca bu yönüne saldırmıştı ve Furkan konuşmuştu.


Tedavinin bittiği günü hatırlıyor Furkan. Annesinin hayatındaki önemini falan söylemiş, kararlarında ve duygularında hala annesine ihtiyaç duyduğu gibi saçmalıklar gevelemişti doktor. “Tüm bunların ben de farkındayım." demişti Furkan. Ancak karşı çıkmıştı doktor. Sonrasında söyledikleri dünyasını yıkmıştı. Kral Oedipus mu ne idiği belirsiz bir masaldan bahsedip, bu hale gelmesinin asıl nedenini annesine duyduğu cinsel ilgi olduğu ve bunu bastırdığı söylemişti, o ruhsuz tek düze ses tonuyla.


Furkan kafayı yemişti. Yeni yeni kilo almaya başlamış suratı kıpkırmızı olmuş, terleyen gözlerini ikide bir kırpmak zorunda kalmıştı. Nefes alamaz olmuştu. Bu gerçekliğe hazır değildi o zaman. Su bardağı uzatan doktorun elini itip bardağı İran halısının üstüne düşürüp odayı terk etmişti. Bir daha da geri dönmemişti.


O gün, hiç olmadığı kadar yemişti. Aklını yitirmemek için yemesi gerekiyordu. Karısıyla beraberken annesini düşündüğünü hatırlaması, gününe katkısı yoktu. Güzel bir kız düşlediğinde, birden annesinin iri vücudunun belirmesi hayır, hiçbir faydası yoktu. Yemeye devam etti.


Açlıktan ölürcesine yedi, yedi, yedi…


Tüm bu hatırları düşünürken uyuyakalmıştı Furkan. Uyandı. Gözlerini kırpıp sersem sersem etrafına bakındı. Duvarda yelkovanı durmuş saate baktı. Hava kararmak üzereydi. Ve içini kemiren bir boşluk, vücudunu saran soğukluk ve yemek artıkları içinde yarı çıplak uzanmak, birde utanç verici geldi. Ayak parmaklarını göremiyordu. Göbeği görüşünün yarısını kaplıyordu. Elleri ağırlaşmış terleyen suratını silmek için bile zor kalkıyordu. Her yeri ağrıyordu.


Geniş koltuktan kalkması on beş dakikasını almıştı. Banyoya yürüyüp aynada kendisine bakması ise bir yirmi dakikasını daha almıştı. Görüntüsü karşısında midesi bulanmıştı. Gözleri et yumağı tarafından örtülmüştü. Dudaklarında hala ketçap ve yemek izlerinin lekesi mevcuttu. Kulaklarını göremiyordu. Boynu halka şekline dönüşmüş, vücudu aynaya sığmıyordu bile. Ağlamak istedi Furkan.

Ağladı.


Annesinin dalga geçtiği o fit erkek yoktu. Kemikli suratı ve gür saçları da yoktu artık. Annesi gibi şişman ve hatta daha iri biri vardı karşısında. Kendisine balina demek istiyordu. Bu düşünce gülmesine neden olmuştu. Balinanın tadı nasıl bir şey olur diye düşünmeden duramadı… Ama işte şişman oğlu aynada ağlıyordu. Annesinin dalga geçemeyeceği bir vücudu vardı. Belki hoşuna gidebileceği bir vücut. Belki oğlunu sevmesine neden olacak bir vücuda sahipti artık. Ama bir önemi yoktu. Annesi bir silahla kafasını patlatmıştı.


Bir önemi yoktu artık.


Furkan akşam yemeği için balık sipariş etti...