Balkondaki yaz aylarının vazgeçilmez adresinde. Bir ağustos gecesi saat 00.42, şarjım %24, tükenmişliğin sembol sayısı gibi değil mi?

Mutfak perdemin kupürlerine dalıp dalıp gidiyor, turuncu çiçeklerinde hayaller kuruyorum. Limon ağaçlarının olduğu bir bahçede evim ve bu perdelerin o evimin mutfağında oluşunu düşünüyorum. Bahçesi için daha çok şey düşlüyorum.

Yörenin ürettiği notalarla dolu şarkıların eşlik ettiği düğün az önce bitti. Karşımdaki kentsel dönüşümlerin çoğu ayakta, ışıkları renk renk şölen gibi. Winston sigaramdan günün son nikotinini alıp yakıyorum. Yaktım.

Garip geçen günümün z raporunu alıyorum. Tam yırtmak üzereyken z raporunu, burnuma anason kokusu geliyor. Bizim binadan (Yılmaz Apt.) gelmediği kesin çünkü tek anason alan daire 13, yani benim kapım. Ben de içmedim. Zaten rakı içmiyorum, hikayesi uzun, sonra anlatırım. Belki.

Karşı bina da şaibeli bu konuda, hiç anlamadığım haneler iki bilinmeyenli denklem gibiler. Park sorunundan dolayı kızdığım birkaç kişiyle ve hiç ışıkları yanmayan, perdeleri hiç açılmamış, içerisi tozlanmaya yemin etmiş, çokça dairesi olan apartman. Sanki kokunun adresi olmayan yapı.

Almanya'dan gelen ailenin yaşadığı köşedeki müstakil eve çevriliyor gözlerim, miyop astigmat hastası birinin balkonu net görememesiyle sarsılıyor gözlerim. Gözlüklerimin nerede olduğunu bilmiyorum ve masalarında kadehler var mı, göremiyorum.

Azer Bülbül ölünce daha mı kıymetli birisi oldu bilmem ama gençler, araçlarında yine son ses onun şarkıları ile sokağımdan geçiyorlar; bekçiler ise hala görev yerlerinde yoklar. Gençler dikkatimi dağıtıyor.

Derin derin nefes çalışması yapıyorum sanki kalabalık gruplara ders verir gibi, mesleki deformasyon diyor, kendime gülüyorum.

Sahi deformasyon demişken akademik olarak ne çok tükeniyorum bazen.

Aynada saç diplerimde gördüğüm beyaz renkteki yaşam mücadelesi ve en iyi bildiğim eylemim sevmek ve gülmeye sıkı sıkı sarılıyorum deforme olmasın diye kalbim ve mesleğim.

Anason kokulu akşamda tavla oynuyorum, yine yenildim.

Çünkü oynarken sevdaya dair çok türkü dinledim.

Aşk üstüne konuştuk yol arkadaşımla, derinlere indik geçmişe gittik.

—Reset çektim ben senden sonra, dedi.

—Nasıl çekilir ki, dedim.

Sen anlat aşkı dedi. Yıllardır dinler halbuki.

Oturup ona aşkı anlattım; bendeki aşkı, içimde sarmaşık olan aşkı, birine yakıştırıp giysi yaptığımız aşkı. Dinledi.

Hep dinler zaten beni.

Sonra sarılır.

—Ne güzel seviyorsun. Ne şanslı sevdiklerin, der.

Kalbimi sever.

Bense ona her duygumla cesur ve şeffaf davranıyorum. Duygular cesaret ister biliyorum.

Sonra o gidiyor. Bu sohbetin üstüne.

Kalktım, defterimi alıp üç çocuk öyküsü yazdım. Yetmedi. Kızımın günlüğüne yazılar yazdım. Yetmedi.

Bazı fotoğraflara baktım.

İç çektim.

Baktıklarım kaçıncı uykudadır şimdi, kim bilir?

Ülkenin halini kulak arkası edip gelecek planı yapmadım. Yoruldum gibi sanki.

Dua edeceklerimin ismini sıraladım.

Yolun köşesinden bir ses duydum;

—Haberleşelim.

Cevabını bilmiyorum. Ama haberleşin tabii, bu konu cidden önemli. Merak ediyor insan insanı. Çok cümle duymak istiyor saatlerce dinlercesine.

Rakı kokusu iyice sardı sokağı, 2915 Sokak'ta biraz aşk, biraz acı hanelerimize dağıldı.

Kokunun kapı numarasını bulamadım.

Ama iyi olsun geceler.

Gündüzler daha da iyi.

Kendine iyi bak, haberleşelim cümlesine

Sığınmış bir ağustos gecesi gibi.

Kendine iyi bak.

İyi geceler balkonumun kokusu.