Nefesim kesilircesine dolduruyordum hayallerimi içine. Birazdan düğün başlayacak. Davetliler arasında gazoz şisesi ve plastik tabak içerisine konulmuş pastaları servis etmeden önce, önemli bir vazifem daha bulunuyor. O da tüm geliri salona kalacak olan balonları satmak. Salon baloncusu denilebilirdi aslında bana. Salon beyefendiliğinden tenzil-i rütbe yemiş gibiyim. Her zamanki gibi, tek çizgi ütülü siyah pantolonum, düğmesi sonuna kadar iliklenmiş beyaz gömleğim ve belli belirsiz boyanmış iskarpin ayakkabılarımla, tüm mekanı görebildiğim köşedeki yerimi alıyorum. Asli vazifemin icrasından önce, çocukların zaaflarından faydalanmam için önümde kısıtlı bir zaman var. Çekingenliğimi üzerimden atan deneysel bir maceraya sürüklendiğim bir mecradayım aslında. Balonları tavaf eden çocuklarla göz göze gelmek, onların bu masum arzularından istifade edip, ebeveynlerini kışkırtmak gibi halis bir niyetin elçilik görevini zevkle üstleniyorum. Balonlardan seken bakışları üzerimde toplamayı başarıyorum. Şimdi, bakışlarımla, açık bir davet mektubu sunduğum sabiler üzerinden, planımın ikinci aşamasına geçebilirim. Zahiren nefesimle, aslen hayallerimle doldurduğum, kauçuk ağacından evrilip bir oyuncağa dönüşen balonların cezbedarlığını, lisan-ı halle de desteklemeliyim... Balona yüklediğim anlamlar altında ezilen çocuklar, şimdi de ebeveynleri ile benim aramda bir elçi vazifesi görüyor. Şaşmaz bir şekilde, oyunun kazananı yine 'biz' oluyoruz. İğneyle taciz edilen balonlarımı saymazsak, hatırı kalır 'hayaller yığını' salonun dört bir yanında uçuşmaya başlıyor. Bir çocuğun düşüne ekleniyorum...

Elimdeki balon ipleri, zihnimin görünmez iplerine karışıyor ve gece beni bekliyor. Göz kapaklarım direniyor uykuya. Yaşım henüz 16... Balonlarım uçuyor. Bir hayal taşıtı oluyor her biri gözümde.  

**

Balon bir 'deyim' çarkında öğütülüyor sonra. Yalanın, zedelenen inançların, boşluğun simgesi oluyor. Biri uçuruyor 'balon'u... Söndüğünde yitiyor ümitler. Telaş libasını giydiriyor karanlıklar, kauçuğun en saf haline... Uçurdukça uçuruyor...